Her yılın 14 Şubat Günü kutlanan Sevgililer Günü'nün birini daha geride bıraktık. İngilizcesi St. Valentine's Day yani Aziz Valentin Günü olan 14 Şubat'ın kökeni, Roma Katolik Kilisesi'nin inanışına dayanıyor. Valentine ismindeki bir din adamının adına ilan edilip, zamanla tüketim toplumunun çılgınca hediye yarışına girdiği bir bayram günü ortaya çıkmış. Valentine İngilizce'de sevgili anlamında da kullanılıyor.
Aslında Hristiyanlıkla ilgili olan ve daha çok batı toplumlarında yer etmiş bu adet elbette zamanla tüm dünyayı sarıp maksadını çoktan aşmış.
Kutlayana, hediyeler alana sözüm yok. Bence ülkemiz, coğrafyamız ve aslında dünyanın geneli depresif zamanlardan geçerken kutlama yapmak için, hele de sevgiyi merkeze alarak güzel bir gün geçirmek için hiçbir fırsatı kaçırmamak lazım.

***
Ancak “tüketim çılgınlığı” dedim ya, aslında bu tip günler kişilerden çok kapitalist sistemler için bayram.
Özel günlerden 1 ay öncesinde başlıyor reklamlarla bilinçaltına verilen “aman ha, sakın hediye almayı unutma!” mesajı.
Vitrinler kalp temalı süslerden geçilmiyor, indirimler öyle cazip ki kaçmaz!
Aslında Sevgililer Günü'nün geleneğinde sevgiliye kart göndermek ve kalbinden geçenleri kelimelere dökmek var. Ancak günümüzde kart ancak hediyenin yanına iliştirilen önemsiz bir aksesuar gibi kalıyor.
Özel günler başlı başına bir piyasa yaratıyor. İnsan onca alternatif arasında ne alacağını şaşırıyor.

***

Hediye alternatifleri arasında en “olmaması” gereken ise, Petshop'larda süslenip püslenip sevgiliye hediye edilmek için bekleyen minik canlar.
Tabii çok sevimliler, yumuşacıklar, insanın sevesi kucaklayası geliyor. E böyle olunca da, insanın alası geliyor.
Eminim 14 Şubat akşamı, kutu açılıp da içinden dünya tatlısı bir yavru kedi ya da köpek çıktığında sevgilinin yüzünde güller açmıştır. Hediyeyi veren taraf da “iyi ki de almışım, bak nasıl da sevindi” diye geçirmiştir içinden, hediye seçimi ile gururlanmıştır mutlaka.
Peki sonrası?
Acaba sevgilisine 14 Şubat'ta minik bir can hediye edenler düşünüyor mu bu işin sonrasını.
Mesela yavru köpek büyüyüp de sabah akşam, soğukta, karda, yağmurda, sıcağın kavurup geçtiği bunaltıcı yaz günlerinde dışarı çıkıp dolaşmak istediğinde; ama sevgiliniz çok yorgun olduğu için çıkmak istemediğinde ne olacak?
Ya da kediniz tırnaklarını törpülemek için koltuklarınızda şahane izler bıraktığında?
Veya eğitimini iyi veremeyince ve halınıza tuvaletini yaptığında?
Hasta olduğunda ve sürekli veterinere taşınması gerektiğinde, bebek gibi bakım istediğinde?
Bir hayvan sahiplenmek öyle kazak, parfüm almaya benzemez. Candır o.
Zaten satılması hepten yanlıştır.
Size tüm sevgisini verir, sırdaşınız, dostunuz olur, özel bir bağ kurarsınız onunla ama sorumluluğu da büyüktür. Hiç büyümeyen çocuklar gibidir onlar. Çok sevmek, hazır olmak, o sorumluluğun altında ezilmemek gerekir.
Acaba Petshop'tan hafta içinde sevgilisine “can” alan kaç kişi bunları da düşündü?
Acaba kendisine can armağan edilen kaç kişi bu sorumluluğu bir ömür boyu taşıyacak?
Ve kimbilir allanıp pullanıp kurdelelenip yeni sahibinin sevecen kucağında kendini güvende hisseden kaç canın sonu, 5-6 aya kalmadan sokaklar ya da barınaklar olacak?