Bu yıl Dünya Çevre Günü, hem bayram arifesine geldiği için hem de ülkemizin boğucu gündemi nedeniyle arada kaynadı. Ama aslında koşullar ne olursa olsun, kaynamamalı.
Bu sene 5 Haziran Çevre Günü, en önemli sorunların başında gelen plastik kirliliğine odaklandı. Plastik deyip geçmemek lazım. Plastik denilen malzemenin çevre ve insan sağlığı için ne büyük bir tehdit yarattığını artık idrak etmemiz; plastik üretimini ve tüketimini uzun vadede tamamen bitirmemiz gerekli!
*
Dünya üzerinde plastik kirliliğinin etki etmediği herhangi bir yer kalmamış durumda. Mikroplastikler yediğimiz yiyeceklerden içtiğimiz suya ve soluduğumuz havaya kadar her şeyin içinde ve bu yolla da vücudumuza sızıyor.
Plastik kirliliği ile ilgili paylaşılan bazı kaygı verici rakamlara bakalım:
- Nature dergisinde yer alan bir araştırmaya göre; her yıl 57 milyon ton plastik doğaya salınıyor.
- Plastik atıkların yaklaşık %85'i geri dönüştürülebilir olsa bile geri dönüşüm sisteminin yetersizliği, bu konudaki devlet politikalarının etkisizliği ve toplumsal farkındalığın azlığı nedeniyle plastikler çöplüklere gidiyor.
- Plastik atıklarının yarısından fazlası ya yakılıyor ya da çevreye atılıyor. Bu da mikroplastik ve nanoplastik oluşumuna yol açıyor.
- WWF’nin bilgilendirmesine göre plastik kirliliğinin 2040 yılına kadar üç katına çıkması; yiyecek ve sularımızda birikmesi, sel riskini daha da artırması bekleniyor.
- Yine WWF’nin Çevre Günü dolayısıyla yaptığı paylaşıma göre, plastik atıkların 20 milyon tondan fazlası denizlere karışıyor.
- Ellen McArthur Vakfı’nın çalışmasına göre; bu hızla giderse 2050 yılında okyanuslarda balıktan çok plastik olması bekleniyor.
- Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) 2040 yılına kadar, plastiğin çevreye sızmasının yüzde 50 oranında artacağını tahmin ediyor.
Karşı karşıya olduğumuz tablonun vahameti ortada. Plastikle dolup taşmış bir dünyada yaşam sağlıklı bir şekilde sürebilir mi?
*
Bireysel olarak bize düşen en temel görev; plastik tüketimini minimuma indirmek olmalı. Marketlere bez çantalarla giderek, plastik yerine çevre dostu ambalajlı ürünleri tercih ederek, kullandığımız plastikleri geri dönüşüme göndererek en azından kendi payımıza düşeni yapabiliriz.
Şehirlerde geri dönüşüm konteynerlerinin sayısı da artırılmalı. Birçok insan yakın çevresinde geri dönüştürülebilir atıkları atacak yer bulamıyor! Buradan belediye başkanlarına duyurulur.
Tabii en önemlisi plastikle mücadelenin devlet politikası haline getirilmesi.
Daha çok geri dönüşüm tesisine ihtiyacımız var.
Plastik üretimi azaltılarak çevre dostu alternatiflerin üretimi teşvik edilmeli.
Plastik tüketimi konusunda toplumsal farkındalığı artıracak yönde çalışmalar yapılmalı.
Bu adımları atmazsak bizi ve bizden sonraki nesilleri karanlık bir gelecek bekliyor olacak.
“Sevmek bir moda alışkanlığı değil sorumluluk”
Afalina Hayvan Hakları Topluluğu ve Hipder sosyal medya üzerinden ortak bir paylaşım yaparak “cins köpek” modasını hayvan hakları açısından ele aldı.
İzmir’in Karşıyaka ilçesi Bostanlı semtinde 1 saat boyunca çevrede video çekimi yapan hayvan hakları savunucuları cins köpeklerin çokluğuna dikkatleri çekti. Bir yanda Katliam Yasası ile sokak köpeklerinin toplatıldığını hatırlatan STK’lar diğer yanda 50 bin lira civarı ücretlerle satın alınan cins köpeklerin ortaya koyduğu tezatı da gözler önüne serdi.
Afalina Hayvan Hakları Topluluğu ve Hipder paylaşımda şu ifadelere yer verdi: “Katliam yasasının oluşmasına katkı sağlayanlar yalnızca görevlerini yerine getirmeyen, yeterli kısırlaştırma yapmayan belediyeler değil; aynı zamanda bu yasanın zeminini hazırlayan başka bir gerçek daha var: Cins hayvan üretimi ve satışı.”
1 SAATTE 600 BİN TL
“Satın alma sahiplen diyoruz. Bakalım ne kadar sahiplenmişiz? Bostanlı’da 1 saatlik yürüyüşe çıkıyoruz” sözleriyle başlayan videoda 1 saat içinde rastlanan cins köpeklerin satış fiyatı toplamda 600 bin TL’yi buldu.
Videoda bir köpek için verilen 50 bin TL ile neler yapılabileceği ise şu sözlerle aktarıldı:
“50 sokak köpeği 1 ay boyunca beslenebilirdi. 40 hayvan kısırlaştırılabilirdi. Hasta olan 5 hayvan tedavi edilebilirdi. Kışın soğuğundan ve çeşitli sıkıntılardan korunmalarına yardımcı olacak 20 sağlam kulübe inşa edilebilirdi. Ve belki de, kim bilir insanlar bilinçlenip satın almak yerine sahiplenmeye başlardı. Çünkü sevgi satın alınmaz, kurtarılır.”
Ağaçların şaşırtıcı ve gizemli iletişim ağı
Doğa Derneği, sosyal medya hesabından yaptığı bir paylaşımla ağaçların ekosistem için önemine ve aslında nasıl karmaşık ve hayret uyandırıcı bir sistemle çalıştıklarına değindi. Sık sık doğaya dair bilgilendirici paylaşımlara imza atan derneğin ağaç ekosistemi ile ilgili açıklaması şöyle:
“Ağaçlar, yalnızca gökyüzüne uzanan siluetlerden ibaret değil. Ekosistemin içindeki karmaşık ve dinamik canlılar. Köklerinden yapraklarına suyu taşıyan, yapraklarda üretilen şekeri yeniden toprağa ileten bir sistemle çalışıyorlar. Bu şeker, köklerle birlikte yaşayan mantarları besliyor. Toprağın altında, miselyum adı verilen mantar ağı, farklı ağaçların köklerini birbirine bağlıyor. Bu ağ sayesinde ağaçlar, ihtiyaç duyan komşularına su ve besin aktarabiliyor. Ayrıca hastalık ya da kuraklık gibi stres durumlarını kimyasal sinyallerle birbirlerine iletebiliyor.
Bu yapı, bir ağacın yaşamını ve tüm orman ekosisteminin dengesini etkiliyor. Yani ağaçlar, birbirine bağlı, bilgi ve kaynak paylaşan bir organizma olarak yaşıyor.”
KULAĞIMIZA KÜPE OLSUN
“Dilsiz bir canlının yaşamı, insanınki kadar değerlidir… Diğer canlılar da tıpkı bir insan gibi mutluluk ister ve acıdan korkar; yaşamayı ister, ölmeyi değil.”
- Dalai Lama