Kalabalık bir lokantadaki akşam yemeğinde, Atatürk’ün masasında oturan üç kadının peş peşe tavana ateş ettiğini biliyor muydunuz? Bu kadınlardan birinin kardeşi Makbule, ikincisinin manevi kızı Sabiha Gökçen olduğunu? Nezarete alınıp, yargılandıklarını; suçlu bulunup, cezaevine gönderildiklerini… Atatürk’ün dehasını kanıtlayan öykünün başlangıç bölümünü zamanın Milli Savunma Bakanı Kazım Özalp’in, gelişmeleri ise yakın koruması Nazım Canca’nın anı kitaplarından* özetlemeye çalışacağım.

1937 yılı (muhtemelen sonları) … Sağlığının bozulduğu, burun kanamalarının başladığı günlerde, Atatürk’ün aklında Hatay var; hükümetin konuya yönelik ciddi tedbirler almasını ve halkın bu konuda hükümeti zorlamasını diliyor.

Özalp anlatıyor: “Bir gece Karpiç Lokantası’nda yemekteydik. Atatürk’ten başka kız kardeşi ve 20 kadar arkadaşımız da beraberdi. Diğer masalarda Ankara’da bulunan bazı yabancılar ve Türk müşteriler vardı. Atatürk, burada Hatay konusunda bir olay yaratmanın propaganda yönünde faydalı olacağını düşünerek, konuyu tartışmaya açtı. Sofradakiler, hatta müsaade ettiği için tartışmaya katılan diğer masalarda oturanlar, hükümetin gevşek tutumunu protesto ederek, kısa zamanda daha etkili tedbirlerin alınması gerektiğini söylediler. Atatürk’ün bu konuşma ve protestoları tasvip eder görünen bir tutumu vardı. Hatay konusunda hükümete karşı yapılacak bazı çıkışları destekleyeceği havası uyandı. Kız kardeşi Makbule Hanım’ın elinde bir tabanca vardı ve tavana iki el ateş etti. Atatürk bu çıkışa ses çıkarmadı. Daha sonra iki kişinin daha tabanca ile havaya ateş ettikleri görüldü.”

Canca’nın anılarından özetle devam edelim: “Kurşun sesini işiten polisler lokantaya girdi, Emniyet Amiri Mustafa Bey Makbule Hanım’ın elindeki tabancayı aldı, masadan kaldırıp, başka bir masaya oturttu. Kendisini polisten kurtarmasını isteyen kız kardeşine Atatürk: ‘Polis vazifesini yapacaktır’ dedi. Zabıt tutuldu, ifade alındı, fezleke eklendi ve Makbule Hanım mahkemeye sevk edilmek üzere Emniyet Müdürlüğü’ne götürülürken, Atatürk bana ‘Sen de beraberinde git’ dedi. Emniyet Müdürlüğü’nde bizi Müdür Muavininin odasına aldılar. 10 dakika geçmeden, aynı suçtan Sabiha Gökçen de getirildi. Maarif Vekili Saffet Arıkan’ın kardeşi Ankara Cumhuriyet Savcısı, tahkikatını yapmış, suçüstü mahkemesini kurmuştu. Mahkemeye özel köşk otolarıyla sevk edildik. Mahkeme sonunda, her üç suçlunun 24’er saat hapislerine karar verildi ve cezaevine sevk edildik. Hapishane Müdürü ile astragan kürklü bizim bayanları kadınlar koğuşuna götürdük. Müdür Bey’in ricasıyla, mahkum bayanlardan birkaçı bizim mahkumlara odalarını verdi. Makbule ve Sabiha Hanımlar, benim yanlarında kalmamı veya Müdür Bey’in dairesine geçmelerini istediler, ancak Müdür ‘Sizin evrakınızda mahkum yazıyor’ diyerek bunları reddetti, ben de tasdikledim.

Sabaha karşı gelen Atatürk’ü kapıda karşıladık, bana kadın mahkumların bulunduğu yere götürmemi söyledi. Yeni cezalılar dahil, bütün kadınlar meydanda toplandılar. Atatürk birçoğu ile sohbet ettikten sonra, Adliye Vekili Şükrü Saracoğlu’na ‘Yeni mahkumlar nerede ve hangi suçlardan mahkum olmuşlar?’ diye sordu. Saraçoğlu ‘Efendim, Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı için Türk kadınları namına, umumi yer olan Karpiç Lokantası’nda tabanca ile havaya ateş etmekle, umumun huzurunu kaçırmaktan, suçüstü mahkemesi tarafından, her biri 24’er saat hapse mahkum edilmişlerdir. Cezalarının sekiz saatini dolduran mahkumların geri kalan müddetini de Adliye Vekili olmam hasebiyle affediyorum’ dedi ve hapishaneden hep birlikte çıktık.”

Atatürk Özalp’in eşine de “Hanımefendi bir silah da siz atar mısınız?” diye sormuş. “Paşam, ben bugüne kadar elime hiç silah almadım” yanıtını alınca, “Pekala gerekirse sizin çocuklarınız silah atarlar” karşılığını vermiş.

Bu öyküden çıkarılacak o kadar ders var ki… Seçilecek iyi bir hedef doğrultusunda, her koşulda yapılabilecek bir şeyler olduğu, yaratıcılığın ve dehanın sınır tanımadığı, kadınların erkeklerden daha cesur olabildikleri gibi. Belki de en önemlisi, kendi sağlığını hiçe sayarak, emperyal güçlere karşı bir zafer daha kazanan Atatürk’ün, kadınlara ne kadar güvendiğini kanıtlıyor.

Tabi, anlayanlara…                                                                                                     

*Kazım Özalp – Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, Türkiye İş Bankası Yayınları, 1995

Nazım Canca, Hayatım ve Hatıralarımda Atatürk, Opus Kitap, 2016