16 yıl aralıksız Arena’da -muhabirlik dahil- her görevi üstlenen ülkemizin medyada “ilk kadın haber yöneticisi” Program Koordinatörü Mine Özbek, o dönemin yayımlanan haberlerin perde arkasını yazdı...


Televizyon habercisi, araştırmacı gazeteciliğin ustası Uğur Dündar’ın yaşam öyküsünü içeren “İşte Hayatım” kitabı, Müjdat Gezen’in “İlke” şiiriyle başlar:

İlkelerin olacak/ Seni satın alamayacaklar/ Aptalların uydurduğu/ Atasözlerine inanmayacaksın/’Paranın satın alamayacağı şey yoktur’/ ‘Herkesin bir fiyatı vardır’ gibi sözlere kanmayacaksın/ Onurunla, kimliğinle ve beyninle/ Akıllı yaşayacaksın…”

Yazarı Nedim Şener, Gezen’in “kadim dostu” Uğur Dündar için bu şiiri yazdığını açıklar.

Toplumun doğru bilgilenme hakkına hizmet eden…

Asla eğilip bükülmemiş… Halkı için kavga eden, yetim hakkını koruyan, bu yüzden de iftiraya, lince tabi tutulan… Neticede hepimiz ve hak adına hakkımızı arayandır Uğur Dündar! Yarım asırdır halkın gerçekleri öğrenme hakkından başka bir güce hizmet etmemesi, onu “toplumun en güvendiği isim” yapmıştır. O “güven” dediğiniz de asla parayla satın alınamıyor… Evet, “İlkelerin olacak/ Seni satın alamayacaklar” Uğur Dündar Usta’yı ne güzel anlatıyor, değil mi?

xxxx

Ömrünü “halkın ağzı” gazeteciliğe adamış, televizyon programlarıyla yolsuzluk yapanların, mafyanın, kaçakçıların, hortumcuların, hırsızların, gıda teröristlerinin korkulu rüyası olmuştur. Bir “toplum vicdanıdır” Uğur Dündar Usta. Onunla adeta özdeşleşmiş program da “Arena”dır. Anımsayalım o Arena’’nın nasıl doğduğunu… Tarih 17 Eylül 1992’dir. Gazetelerin televizyon sayfa yönetmenlerine bir bülten gönderilir. İlk paragrafı şöyledir;

Bu gece araştırmacı gazeteciliği tarihimizde yeni bir sayfa açılıyor. Türkiye’de ilk kez resmi yayıncılığın kısıtlamalarından ve özel çıkar çevrelerinin yönlendirmelerinden arındırılmış özgür bir araştırma-haber programı başlıyor. Batıdaki benzerlerinden geri kalmayan ölçülerle gerçekleştirilen yılın en önemli televizyon programlarından biri olmaya aday…” O akşam “Arena” yayınlanmış, işlediği konular da tam tanıtıma uygundur. Savunma sanayiinde skandal, müthiş bir belediyecilik skandalı, Türkiye’yi ziyaret eden doğulu işadamlarına kadın ikram edilmesi ilk dikkati çekenlerdir. “Arena” yayınlandığı tarihten itibaren ülkemizde çok şeyin değişmesinin sebebi programdır artık.

Program, yayın gecesi milyonlarca izleyiciyi adeta ekrana kilitler.

Dönemin mizah dergileri özellikle “Gırgır”, “Fırt”, “Çarşaf”, “Mikrop”, bu programdan sıkça kapaklar yapmıştır. “İşte Hayatım”dan devam edelim; “Televizyon tarihinde yerini alan ‘Arena’ deyince Uğur Dündar, Uğur Dündar denilince ‘Arena’ akla gelir. “Arena”da tıpkı Amerika’nın saygın programı ‘Sixty Minutes’ ve İngiltere’de BBC’de ekrana gelen ‘Panorama’ programında olduğu gibi, toplum yararı görüldüğü sürece, gizli kamera kullanılır. Ancak özel hayat konusundaki hassasiyet üst düzeydedir. ‘Arena’ ismi o denli güven verir ki yıllar sonra ‘Arena’ ve ‘Uğur Dündar’ adını kullanarak çıkar peşinde koşanlara rastlanır.”

xxxx

Arena”, çok güçlü isimlerle yola çıkmıştır. Bunlarında başında dostumuz İletişim Uzmanı Prof. Dr. Haluk Şahin gelir. Uğur Dündar Usta, “Eski-meyen Dostlar”ından Haluk Hoca’yla projeyi geliştirir. Çünkü Prof. Dr. Şahin, dünyadaki araştırmacı gazetecilerin nasıl çalıştıklarını çok iyi bilmektedir. Dündar onu anlatırken, “Bilgili, birikimli, dürüst ve son derece güvenilir dostumdur. Başarımdaki payı büyüktür” der hep.

Arena”da Aydın Özdalga(Genel Koordinatör), Hatice Demircan, Ayzen Atalay, Ertan Turan, M.Ali Önel de yer alır. İşte o “Arena’’ya, Kanal D’de yayına girerken yeni bir isim katılır. Yıl 1995’tir. O isim de Mine Özbek’tir! Bir dönem THY’de hosteslik de yapan Özbek, imza attığı toplumda büyük sansasyon yaratan haberleriyle soruşturmacı tv gazeteciliğin aranan muhabiridir. Uğur Dündar 2004’te onu Arena Genel Koordinatörlüğü’ne getirir. O medyada ilk kadın haber yöneticisidir artık… Tam 16 yıl Arena’da çalışacaktır Mine Özbek…

xxxx

Mine Özbek’in en büyük düşlerinden hayallerinden biridir Arena’da geçen yıllarını, yaptığı haberlerin perde arkasını kitaplaştırmak. Şair Haydar Ergülen der ya; “Hayat mavidir, korku siyah/ Şiir mavidir, haberler siyah/ hayaller mavidir, gerçekler siyah/ Yazı mavidir, sessizlik siyah/ Şimdi karşı koymak mavidir, susmak siyah…” Bu konuda onu cesaretlendirecek ve kitabının da “isim babası” olacak Haluk Şahin Hoca’dır.

Mavi hayaller” gerçekleşir, uzun bir emek ürünü kitap çıkar. Doğan Kitap’tan raflarda yerini aldığında “Hayatın Arenası”, kısa sürede tükenir. Best Seller-En Çok Satınlar arasında yerini alır. Özbek, “Hayatın Arenası”nı şu sözleriyle Uğur Dündar’a ithaf eder;

Bu kitap, gazetecilik yolumu açan, 16 yıl boyunca gururla birlikte çalıştığım, her zaman Kutupyıldızım olan Türkiye’nin en güvenilir, dürüst ve ilkeli gazetecisi, meslek büyüğüm, varlığından onur duyduğum ustam Uğur Dündar’a ithaf edilmiştir.”

xxxx

Kitaplar, dünyamızı genişletir, cehaleti de daraltır. Janette Winterson ne güzel söylemiş?: “Kitaplar kapılar gibidir. Bir kez açtın mı, bambaşka bir dünyaya geçiverirsin.”

Çileli meslek gazeteciliğin emekçilerinden Sevgili Dostum Mine Özbek’in kitabı, bizleri gerçekten bambaşka bir aleme götürüyor. Yaşadıklarını okuduğumuzda zaman zaman kendimizi bir gerilim film ya da romanının kahramanı olarak hissettik desek yalan olmaz!

Gazetecilikten başka işi olmamış onurlu bir gazeteci olarak -ben de- Mine’ye diyorum ki; Gazetecinin sözü bitmez. Tarihin tanıklığına devam, yazarak…” Okuru bol olsun.

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------

'SUNUŞ', UĞUR DÜNDAR’DAN

Hayatın Arenası”nın “Sunuş”unu da Büyük Usta Uğur Dündar yazar: “Mine Özbek, tv haberciliğinde efsaneleşen Arena’da genel koordinatörlüğe kadar hak ederek yükselen, 16 yıl birlikte çalışmanın onurunu yaşadığım değerli meslektaşım. Bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde gazetecilik zordur. Soruşturmacı gazetecilik daha da zordur. Çok da tehlikelidir.

Mine, Arena’da haber peşinde koşarken bunların hepsini yaşadı. Kendisine silahlar doğrultuldu, yanı başında tabancalar patladı ama o ne korktu, ne de yılıp habercilikten vazgeçti. Defalarca ölümün kıyısında dolaşarak ekrana taşıdığı haber dosyalarını ayrıntılarıyla bu kitapta topladı değerli kardeşim.

Okurken ben de o unutulmaz haberleri dün yapmışız gibi yeniden yaşadım. Burada Descartes’in o ünlü sözünü anımsıyorum: ‘İyi kitaplar okumak, geçmiş yüzyılların en iyi insanlarıyla sohbet etmek gibidir.’

Uğrunda savaştıklarımızın zamanla gerçekleştiğini görünce hepimiz o Arena’dan büyük keyifler aldık. Çünkü ekipçe ‘sessizlerin ve vicdanın sesi’ olmaya yemin etmiştik. Gabo’nun dediği gibi, “Yaşadığımız çağın tanığı olmayı sürdürdük birlikte, omuz omuza, ekip ruhuyla…’ Mine, baştan sona polisiye roman tadında kaleme almış büyük emek ürünü Hayatın Arenası’nı. Ahlaklı, dürüst ve ilkeli gazeteciliğin adresi olan Arena’nın kapılarını açmayı, okurla paylaşmayı boynunun borcu diye düşünmüş sevgili kardeşim. İyi de düşünmüş! Kitap, ifade hürriyetini, toplumun haber alma hakkının gasp edilmediği yılları, kamu denetiminin medya tarafından özgürce yapılabildiği zaman dilimini o kadar güzel anlatıyor ki, okur kendisini bir gerilim filminin kahramanıymış gibi hissediyor.

Bir de jest yapmış ve kitabını bana ithaf etmiş. Var olsun. Keyifle okumanız dileğiyle…”

POLİSİYE ROMAN GİBİ

Mine Özbek, muhteşem bir anlatım dili kullanmış. Bir solukta okunan üslubuyla kullandığı sade Türkçe’yle polisiye roman tadını vermiş kitaba. Şu ifadesiyle de amacını net aktarmış; “Esasında gerçek hayatta yaşanmışlığın satırlara yansımasıdır kitabım.En çok, gençler okusun diye yazdım.” Bana göre de onurlu ve oldukça zorlu gazetecilik yıllarını! Eski Türkiye’de bir döneme deniz feneri olmuş belgesel gibi ‘’Hayatın Arenası”. Hayatın içinden bir kitap olmuş.Heyecan var, gerilim var, komik anekdotlar da! O silahlarla nasıl burun buruna geldiğinde hissettiklerini içtenlikle paylaşmış. Bir seks işçisi gibi Zührevi Hastalıklar Hastanesi’ne gidişi, gördüklerinin kamerayla tespiti, sokaklarda müşteri bekleyen AIDS’li kadın rolü, Atatürk’ün mektup arkadaşı Curtis LaFrance’ı Türkiye’ye nasıl getirdiklerini, 1000 yıllık ceylan derisi tevratın kaçakçılardan alınması, Almanya’daki işkence evi, Yozgat-Çekerek’teki kanlı saldırı, Kartal-Yakacık’taki huzurevinde yaşlılara şiddet, çocuk yuvasında çocuklara eziyet ve ünlü Susurluk’taki kayıp silahların akıbeti haberleri, kitapta ayrıntılarıyla yer alıyor…

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

'SONSÖZ', MİNE ÖZBEK’TEN…

Devlet-siyaset-mafya ilişkisi, kadına şiddet, tarihi eser kaçakçılığı, sağlıkta yaşanan skandallar, yaşlılara işkence, çocuk yuvasında yaşanan dayak skandalları vesaire…

Kitap bittiğinde, “Hepsi 90’lardakaldı. Bu sorunların hepsi bitti, artık memleketimizde bu türden hadiseler yaşanmıyor” diyebilseydim… “Demokrasimiz o kadar gelişti ki medyamız özgürce nefes alıyor. Haberlere erişim engeli, sansür, asla medyaya gelmiyoré diyebilseydim.

Ne yazık ki acı gerçekler gün gibi ortada. Sadece zaman değişmedi. Ülke de, toplum da değişti. Ben 25 yıl önce gökyüzünün maviliğinden, bu toprakların acı gerçeklerine sert iniş yaparken, “vazgeçmeyeceğin” diye ant içmiştim. Mutlaka bir yol vardır dedim hep. Saklanan gerçeklerin arkasını asla bırakmadım. Ancak o zamanlar gizli kamerayla belgeleyebildiğimiz haberleri, şimdilerde ekrana getirmek imkansız. Bugünün üstü örtülen gerçeklerini ortaya çıkarabilmek için, başka araçlara, herşeyden önce bağımsız bir yargıya ihtiyaç var artık.

Hayatta her insanın yıldızının parladığı bir an vardır. Benim için gencecik bir kabin memuruyken uçakta Cevdet Gümüşdere; namı diğer Jimmy’le karşılaştığım o dakika, yıldızımın bana göz kırptığı andır ve kendi adıma, o anı çok iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum.

Umarım ülkemizin de yıldızının parladığı bir an gelir; milletçe o anı doğru değerlendirir ve üstü örtülü gerçeklerle yüzleşiriz.. Neticede hayat devam ediyor. Pes etmeden, değişen şartların araçlarıyla Hayatın Arenası’nda her zaman var olmamız gerekiyor. Çünkü gençlerimize bir hayat borçluyuz. Onların gençlikleri çalındı. Ve hepimiz gözümüzü kapattığımızda, “Bu cennet vatan için sen ne yaptın?” dediklerinde o gençlere verilecek mutlaka bir cevabımızın olması gerekir. Mutlaka…”