Susuz bir hayat düşünmek mümkün değil! Tüm yaşam formları için hayati öneme sahip olan suya ihtiyaç duyulduğu anda, miktarda ve sağlıklı kalitede erişim tüm canlıların ortak hakkıdır.
Günümüzde su arzının giderek artan dünya nüfusunun taleplerini karşılayamaması ile su stratejik bir unsur haline gelmiştir. Dünyanın toplam nüfusunun 2050'de 9 milyarı geçeceği tahmin edilmektedir. Dünyamızın üçte ikisi sularla kaplı olmasına rağmen, biz sadece bu suların yüzde 0,83'ü içme suyu olarak kullanabilmekteyiz. Gelecekte de nüfus artışı, iklim değişikliği gibi faktörler nedeniyle su kaynaklarının kullanımı ve kalitesi üzerindeki baskılar artacaktır. Su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı su kaynaklarında, alansal ve miktarsal değişimlerin ortaya çıkma riskini de artırmaktadır. Tahminler, 2025 yılından itibaren 3 milyardan fazla insanın su kıtlığı ile yüz yüze geleceğini göstermektedir. Bunun nedeni, dünyadaki su kaynakları miktarının yetersiz olması değil, sürdürülebilir yönetiminin iyi yapılamamasıdır.
1992'de Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda giderek büyüyen temiz su sorununa dikkat çekmek, içilebilir su kaynaklarının korunması konusunda somut adımlar atılmasını sağlamak amacıyla önerilen "Dünya Su Günü",1993 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 22 Mart olarak ilan edilmiştir. Her yıl farklı temalarla kutlanan Su Günü’nün bu seneki teması “Su ve İstihdam”. 2016 yılında Dünya Su Günü çalışmalarına destek veren Uluslararası Çalışma Örgütü, bir yandan istihdamın artırılmasını ve insanın korunmasını önceliklerken, diğer yandan yeşil istihdama önemle vurgu yapmaktadır.
Yeşil istihdam, çevresel, ekonomik ve sosyal olarak sürdürülebilir işletmelerin ve ekonomilerin yarattığı iş imkanı olarak tanımlanmaktadır. Böylelikle enerji ve hammadde çıkarılmasından sera gazı emisyonlarının azaltılmasına, atıkların ve kirliliğin azaltılmasından ekosistemlerin korunup iyileştirilmesine ve iklim değişikliğine adaptasyona kadar pek çok konu yeşil istihdamla ilişkilenmektedir. Yeşil istihdam karbon emisyonlarının azalmasına katkıda bulunan sektörlerde, ilgili teknolojilerdeki mühendislik ve temel bilimler alanlarıyla sınırlı değil! Aksine; yeşil istihdam, ağırlıklı etkisini tarım, imalat, inşaat ve yönetim gibi birçok farklı sektörde gösteriyor.
DSİ, yılda kişi başına düşen su miktarının 1000m3’ten daha az olmasını “Su Fakirliği”; 2000m3’ten daha az olmasını ise “Su Azlığı” olarak tanımlamaktadır. Türkiye’de şu anda yılda kişi başına 1593 m3 su miktarı ile “Su Azlığı” çeken ülke konumunda. 2030 yılında ise bu miktarın 1120 m3’lere kadar düşmesi beklenmekte!
Su azlığından dolayı her geçen gün artan sorunlar kendini sosyal, ekonomik ve çevresel alanlarda giderek daha fazla hissettiriyor. Dünya Ekonomik Forumu Risk Raporu’nda (2014) “Su Kıtlığı” dünyadaki en önemli üç risk arasında yer aldı. Bu durum, yalnızca su kıtlığı çeken havzaları değil, aynı zamanda üretim süreçlerini de etkiliyor. Bu nedenle, tatlı su kaynaklarının sürdürülebilirliği yalnızca sosyal ve çevresel açıdan değil, ekonominin sürdürülebilirliği açısından da kritik öneme sahiptir.
Yeşil büyüme, ekonomi üzerindeki çok boyutlu olumlu etkileriyle ülkeler için büyük önem arz ediyor. Enerjide dışa bağımlılığının azaltılmasını, yatırımların canlanmasını ve teknolojik gelişimi tetikleyen yeşil büyümenin bir diğer hissedilir etkisi ise, işgücü piyasalarında gözleniyor. Yenilenebilir enerji sistemlerinin hayata geçirilmesi ve yaygınlaştırılması ile son yıllarda sağlanan küresel istihdam artışı, bu bağlamda dikkate değer bir tablo sergilemekte.
Yani su; sadece insan ve doğanın sürdürülebilirliği için değil, ekonominin sürdürülebilirliği için de vazgeçilmez bir unsur olarak karşımıza çıkmakta!