Rojda DOLGUN/ İzmir’de iki yıl önce kızı Duygu Bölükbaşı’nı kaybeden Nuriye Bölükbaşı, yaşadıklarını anlatırken kelimeler boğazında düğümleniyor. Kızının ölümünden sonra yalnızca evlat acısıyla değil, kanser hastalığıyla da mücadele etmeye başladığını söylüyor. “Şu an kemoterapiden çıktım” diyor ve ekliyor: “Biz kızımı kaybettikten sonra yaşamıyoruz. Sadece nefes alıyoruz.”
Bölükbaşı’na göre acı, tek bir kişide kalmıyor. Ailedeki herkes bu kayıptan payını alıyor. Kalan iki çocuğu psikolojik destek görüyor, evin içindeki sessizlik her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Yaşadığı hastalığın, bu büyük kaybın ardından geldiğini anlatan anne, “Kemoterapi sürecinde psikolojim daha da bozuluyor. Bu olayın üzüntüsü beni bitirdi” sözleriyle içinde bulunduğu durumu özetliyor.
Ben öldükten sonra mı adalet gelecek?
Kızı Duygu Bölükbaşı öldürüldükten sonra kanser hastalığına yakalanan Nuriye Bölükbaşı şu ifadeleri kullandı:
"Şu an kemoterapiden çıktım. Biz kızımı kaybettikten sonra, aile olarak gerçekten yaşamıyoruz. Sade nefes alıyoruz. Olaydan sonra kanser hastalığına yakalandım. Kemoterapi sürecinde daha çok psikolojim bozuluyor. Bu olayın üzüntüsü beni bitirdi. Benim çocuklarımı da bitirdi. İki tane çocuğum da psikolojik destekler alıyor.
Benim kızımın evi hiçbir şekilde incelenmedi. Ben kızımın ölümünden sonra mücadele etmeseydim dava, bu duruma da gelmeyecekti. Yaşadığım süreçte yanımda hiç kimseyi bulamadım. O kadar yalnız bırakılıyorsun ki. Yani biz bu ülkenin vatandaşı değil miyiz? Neden kadın ölünce, herkes sessiz kalıyor? Bana göre adliye, emniyet, kurumlar gerekeni yapmadı. Kızımı koruyamadı."

Nuriye Bölükbaşı
Adalet parası olana mı işliyor?
En basit meseleler için bile ailelerin çok uğraştığını vurgulayan Bölükbaşı "Mesela en basit bir telefon incelemesi için bile, kaç tane dilekçe vererek biz peşinden koştuk. Bununla bizim uğraşmamız gerekmiyordu. Cinayet işleyen veya intihar eden insanların Google'dan araştırma yaptığı söyleniyor. Ne benim kızımın telefonu ne o şahsın telefonu yeterince incelenmedi. Yani sanki görünmez bir el kadın cinayetlerindeki sorumluları koruyordu. Hakimin oraya çıktığında sanığı beraat ettireceği bariz belliydi. Adalet bu mu? Yani adalet sadece parası olan insanlara ya da uyuşturucu ve suça bulaşıp da arkasına onları alanlara mı işliyor? Yazık ya bir can gitti, geri gelmeyecek. Ben bedel öderken, bunu yapan da bedel ödesin. Kadın cinayetlerine herkes göz yumuyor. Bu ülkede ne çocuk, ne hayvan, ne de kadın korunuyor. Evde her kadın şiddete mahkum yaşıyor. Kadın şiddetinin ve cinayetlerinin arttığı bir yılı bıraktık" diye konuştu.
Yaşadığımız acının tarifi yok
Başka kadınların hayattan koparılmaması gerektiğinin altını çizen Bölükbaşı "Benim tek isteğim, başka evlatlar hayattan kopartılmasın. Bir tek evlat gitmiyor. Yani onunla birlikte o aile ölüyor, kardeş ölüyor, etrafındakiler ölüyor. Biz sadece nefes alıyoruz, yaşamıyoruz. Devlet bu ailelerin yanında olsun, elini taşın altına koysun. Katledilen kadınların ailesinin kapısı çalınmalı. Bu kadar çaresiz hissettirilmesin. Aynı şeyler yaşanmasın istiyorum. Zannediliyor ki bir kadın öldü, gömdük, bitti. Bitmiyor. Onun etrafındaki herkes ölüyor. İnsanlık ölüyor. Dışarı çıkınca bir tane mutlu insan yok. Biz toplum olarak bunu mu hak ediyoruz? Şu an kanserle mücadele ediyorum. Bir de bu belirsizlik, istinafı beklerken ben aklımı yitireceğim. Ben öldükten sonra adalet gelse ne olur, gelmese ne olur. Yaşadığımız bu acının gerçekten tarifi yok" dedi.
Benzer bir acıyı yaşayan bir başka anne de iki yıl önce İzmir’de öldürülen Ece Ocakdan’ın annesi Halime Ocakdan. O da yaşadığı süreci, devletin sorumluluklarını yerine getirmediğini söyleyerek anlatıyor. “Bu yıl sözde aile yılıydı ama kadınlarımız, kızlarımız göz göre göre katledildi” diyen Ocakdan, korunması gereken çocukların mezarlıklarda, faillerin ise sokakta olduğunu vurguluyor.

Ece Ocakdan
Gidin evinizde acınızı yaşayın, dediler
Halime Ocakdan yaşadığı zorlu süreci şu şekilde aktardı:
“Bu yıl sözüm ona aile yılıydı ama bütün kızlarımız, kadınlarımız katledildi. Kadınlar, göz göre göre öldürdüler. Hem de devlet koruması adı altında korunması gereken yavrularımız toprak altında. Katiller ise elini kolunu sallayarak dışarıda geziyor.
Devlet tarafından hiçbir kadınımız, kızımız, çocuğumuz korunmuyor ama katiller korunuyor. Delilleri biz buluyoruz. Yani devletin yapması gereken şeyleri, acılı anne babalar, aileler yapıyor. Bu sefer de acılı anne baba çocuklarının katillerini ortaya çıkartmak için uğraşırken acılı annelere ‘takıntılı anne’ olarak hitap ediyorlar. Yaşadığım sürecin zor kısmı, sesimi duyuramamak oldu. Hiçbir adli makama sesimi duyuramadım. Ben bir yıl boyunca savcılığın kapısını çaldım.
Bir yıl boyunca bize denilen şu: Gidin evinizde acınızı yaşayın. Kızınızın ölümü cinayet değil, intihardır. Kendi iradesiyle kendisini asmıştır.
Bizim duyduğumuz laflar buydu. Biz bu zorlu süreçleri yaşadık. Hiçbir adli makam bizim sesimizi duymadı. Otopsi, en fazla üç ile altı ay arasında çıkması gereken bir belge iken benim kızımınki bir yılda çıktı."
Başka Ece’ler ölmesin
Evlat yetiştirmenin kolay olmadığının altını çizen Ocakdan, "Biz sesimizi duyuramadık. Çocuklarımızı koruyamayan devlet, katilleri bizden korudu. Başka Ece’ler ölmesin. Başka anne baba gidip kara toprakla konuşmasın. Hiçbir anne, yavrusuna sarılır gibi soğuk mezar taşına sarılmasın. Annelerin, babaların suçu ne? Bir evlat kolay yetiştirilmiyor. Biz çocuklarımızı ne yokluklarla ne zorluklarla büyütüyoruz. Bir cani gelip de katletsin diye çocuk büyütmüyoruz. Ben, kızımın kara toprağını öpüyorum. Cinayet işleyenler de katillerde elini kolunu sallaya sallaya geziyor. Katiller, tatillere gidip kendi hayatını yaşıyor. Hiçbir şey yaşamamış gibi denize falan gidiyorlar. Öldürülen çocuklarımızın suçu ne? Devletin kadınlarımızı koruyamadığını düşünüyorum" dedi.




