23 Aralık 1930’da bu ülkenin Menemen’inde utançlardan utanç, kederlerden keder, bulantıdan bulantı beğen bir kötülük yaşandı. Ruhlarındaki kuburu uyuşturucu pisliği ile sıvayarak, cehaletlerine cesaret ekleyen yobaz tayfası, Hasan ve Şevki adlı bekçiler ile askerliğini yapmakta olan Mustafa Fehmi Kubilay adlı öğretmeni katletti. Yobaz tayfası, dünya tarihindeki sayısız benzerleri gibi, cinayetlerine gerekçe olarak dini seçmişlerdi.

Sözü eğip bükmeye, ancaklı fakatlı kekeme tümceler kurmaya, düşünceyi yokuşa, vicdanı uçuruma sürmeye, zavallı politik sütre gerisi kıvırmalara gerek yoktur. “Menemen Hadisesi” bu ülkenin alnına, kalbine, ruhuna, vicdanına, tarihine sürülmüş yağlı kara bir utançtır ve bağışlanamaz bir suçtur. Hadisenin yaşandığı o gün gerekli önlemleri alamayan, o üç insanı göz göre göre ölüme gönderen sorumluların acizliğinden ve aymazlığından başlayarak; “Kırmızı Pazartesi” gibi yaklaşan tehlikeyi de, işlenen cinayetleri de alçakça izleyip, engellemeyi düşünemeyen, Cumhuriyet refleksini, koruma gücünü ve cesaretini gösteremeyenlerin suç ortaklığı, yardım ve yataklık paydaşlığıdır.

Bu korkunç katliam, Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından ve lafı hiç uzatmadan şöyle tanımlanmıştır: “Bu, Cumhuriyet’in ve bizim başımızı kesmektir!” Gazi’nin bu saptamadan sonra, neler yapılması gerektiğine dair talimatları arşivdedir. Hadisenin dehşeti ve yarattığı infiale bağlı olarak verdiği bu emirlerin en yakıcı bölümleri, çevresi tarafından sürecin soğutmasına bırakılmış, deyim yerindeyse buharlaştırılmıştır. Gazi’ye rağmen “soğutmak ve buharlaştırmak” elbette mümkün değildir.

Dahasını merak edene ne söyleyelim: “Okuryazarlığınızı ve elinizin altındaki erişim olanaklarını, biraz da memleketinizin geçmişi ve geleceği için kullanınız!” Nasıl iyi oldu mu? Bence harika oldu!

Yardım ve yataklık, hadiselerin yaşandığı günlere ait bir suç değildir. Aradan bin yıl geçse bile, yobaza yobaz, faşiste faşist, haine hain, bölücüye bölücü diyemiyor, yaşananlara ve geleceğe dair öngörülerimizi çağdaş, demokrat, laik ve aydınlık Türkiye duruşumuzla söyleyemiyorsak… Derviş Mehmet’lerin yeni cinayetlere kalkışıncaya kadar, yanı başımızda ve “uyur hücreler” halinde durmalarını kabulleniyoruz demektir.

Yeryüzü tarih boyunca, sözüm ona din ya da inanç adına girişilen cinayetlere, katliamlara, savaşlara, kan banyolarına tanık olmuş, en acı ve utanç sayfalarını yazmış ve fakat insanlık ders ve ibret alma konusunda berbat ve tembel bir öğrenci olmaktan vaz geçmemiştir. Haçlı Seferlerinden 100 Yıl Savaşlarına, Kızılderili Katliamlarından Engizisyon cehennemlerine, Kerbela’dan Sivas ve Kahramanmaraş’a sayısız kan nehrine girip çıkmaktan bıkmayan insanlık, aynı zamanda bu rezilliklere dur diyecek düşünce ve eylem üretiminin de kaynağı, doğuranı arayanı ve bulanıdır. Demokrasi ile onun en önemli kolonlarını oluşturan laiklik ve insan hakları, insanlığın insanlığa en büyük armağanı, titizlikle korunması gereken en yüce değerleridir. Bu temeli, bilimle, sanatla, düşünceyle, akılla ve aydınlanma değerleriyle korumak ve “kesintisiz devrim” anlayışı ile geliştirmek zorundayız.

Menemen’de katledilen Kubilay, Hasan ve Şevki’nin her 23 Aralık’ta saygı, minnet, hüzün ve yoldaşlıkla anılmasının en büyük gerekçesi, bize bütün bunları anımsatan “Cumhuriyetin üç ölümsüzü” olmalarıdır. Onlar, kurtuluştan kuruluşa, korumaktan ilerletmeye “Ömürlerini Türkiye Cumhuriyeti’ne ve evrensel insanlık değerlerine adamışlar ordusu”nun neferleri, asla unutmayacağımız atalarımızdır.

Hatır ve hatıraları önünde bağlılığımızla eğiliyor; simgesine dönüştükleri değerlerin sonsuza dek yaşaması için, her zaman dimdik duracağımıza söz veriyoruz.

Hepinizin yeni yılını büyük umutlar ve dileklerle kutluyorum.