Hemen her gün ya sosyal medyada ya da haberlerde rastlıyorum “zehirleme” olaylarına...
Sokakta onca zorluğa göğüs gerip hayatta kalma mücadelesi veren gariban köpeklerin, kedilerin hatta kimi zaman kuşların ve yaban hayvanlarının yerde kaskatı halde yatarken çekilmiş fotoğraflarını görünce, içim parçalanıyor, başıma ağrılar giriyor. İster istemez gözlerimi sımsıkı kapatıyorum. Yok saymak için değil, biraz sakinleşmek için...
Zehirli etlerden yiyen canların ölene kadar çektikleri nasıl bir acıysa, o da yansıyor yüzlerine... Huzurla değil, korkunç bir sonla bitiyor yaşamları.
Nasıl bir kafa yapısı, nasıl bir kötülüktür bunu yapan?
O etleri kasaptan alıp, evinde zehre bulayan ve içi biraz olsun cız etmeden sokağa bırakan... Nasıl bir vicdan zehirlenmesidir bu?
Acaba diyorum, etleri bıraktıktan sonra uzaktan bir yerden izliyorlar mı neticeyi?
Ya da saatler sonra şöyle bir dolaşmaya çıkıp, ölen kalan var mı diye bakıyorlar mı?
Görüyorlar mı, masum canları nasıl acı çektirerek öldürdüklerini?
* * *
Son zehirleme haberi İzmir’in huzurla özdeş ilçesi “Sakin Şehir” lakaplı Seferihisar’dan geldi.
Önce Sığacık, ardından Akarca sahilinde kimliği belirsiz kişi veya kişilerin yaptığı zehirlemelerden sonra birkaç hayvanın ölüsü bulunurken, onlarca canın ise kayıp olduğu bildirildi.
Seferihisar Doğa ve Hayvan Dostları Derneği (SEHAYDER) Başkanı Fevziye Özkan perişan. Şöyle anlatıyor:
“Sığacık 161 sokak, ardından Akarca sahili... Salı gecesi zehirlemeler yapılmış. İnsanlar önce anlayamamış. İlk anda haberim olsaydı daha farklı olurdu. En azından otopsiye ölen canlarımızı gönderirdik. İnsanlar sokakta baktıkları köpek ve kediler ölünce ağlamaktan üzüntüden ne yapacaklarını şaşırmışlar. Sabah erken saatlerde çıkıp aramaya başladıklarında tek bir ölü bulunmamış. Kim topladı ne oldu meçhul. Biz dernek olarak karakola gidip şikayetçi olduk. MOBESE kameralarının incelenmesini ve faillerin bulunmasını talep ettik. Bu arada Akarca semtinden ölü bir gelincik resmi geldi. O da yok edilmiş bir anda. Seferihisar ve Sığacık için çok üzücü bir durum.”
* * *
Kameralar incelense, zehri koyan bulunsa bile giden canlar geri gelmediği gibi, yapılan insanlık suçu hakkettiği şekilde de cezalandırılmayacak. Yeni bir yasa şart; hayvanlara zarar verenlerin TCK kapsamında cezalandırılması, öyle 3-5 kuruş para cezası ile işin içinden sıyrılamamaları şart.
Bu olana kadar taleplerimizi haykırmaya devam.
Zaten olumlu haber duymaya hasret kaldığımız Türkiye’de, “hayvan hakkı ihlallerinin bu derece tavan yapması şaşırtmamalı” diyebilirsiniz.. Şaşmasak da alışmıyoruz. Alışmayacağız. Kabul etmeyeceğiz, normalleştirmeyeceğiz. Hayvanların da bu ülkede hakları olana, onları ihlal edenler hak ettikleri cezaları alana kadar mücadelemiz sürecek.
* * *
Bu arada hayvan hakkı ihlalleri deyince Kurban Bayramı’ndan bahsetmemek olmaz. Daha önce defalarca bu konuyu yazdım, okuyanlar bilir. Özetle; bu bayramı sevmiyorum ben. Kutlama yapasım gelmiyor. Özellikle de ibadet adı altında Allah’ın, Tanrı’nın yarattığı canlara yapılan “işkence” görüntülerini gördükçe, uzay mekiğine binip başka gezegenlere kaçasım geliyor.
Diyanet ne kadar “acı çektirmeyin” açıklaması yapsa da, ne kadar “acı çektirene şu kadar para cezası var” dense de; zihniyet değişmiyor. Daha dün haberlerde kurbanlık koyunu bagaja koyup, hayvancağızın kafasını da, hafif aralık bagaj kapısından dışarı sarkıtarak taşıyan “insan müsveddesi”ni gördüm. Görmez olaydım. Hayvancağız yarı baygın, boynu bagaj kapısına sıkışmış, acı çekiyor, zor nefes alıyor... Şimdi bu kurbanlık koyunu kesecek zat, öte dünyada Sırat Köprüsü’nden onun sırtında geçeceğine inanıyorsa eğer, bir daha düşünsün derim. Köprüden bir çifteyle aşağı atılması daha olası...