İzmir’de mülteci hakları konusunda önemli çalışmalar yürüten Halkların Köprüsü Derneği, “Çarşamba Buluşmaları” etkinliği adıyla yeni bir oluşum için start verdi

Etkinliğin ilk konuğu oyuncu, yönetmen, yazar, senarist gibi pek çok yönlü bir sanat insanı Ercan Kesal oldu. Kesal; hem beyaz perde hem dijital platformlar hem de televizyon dizilerinde yer almasıyla çok çeşitli seyirci kitlesiyle kucaklaşmayı başarmış bir entelektüel… Kimi için Çukur’daki İdris Koçavalı, kimi için Bir Zamanlar Anadolu’daki muhtar, kimi için 3 Maymun’daki Servet… 

***

Söyleşide kendi yazın, sinema ve oyunculuk deneyimlerini katılımcılara anlatmaya başlarken “48 yaşında kamerayı gördüm” demesiyle hiçbir yaşın aslında insan için geç olmadığını vurgulayan Kesal, “Hekim olmasaydım sinemacı olmazdım” diyerek “hayata bulaşmak ve bulaştığı şeylerele sıvanarak” şu an vardığı noktayı anlatmaya devam etti. Yönetmen-senarist Nuri Bilge Ceylan’ın ‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filminin senaristlerinden biri olan Kesal, ‘kurmaca ve gerçeklik’ algısı konusundaki söyleşisinde, “Kurmaca ne gerçeklik ne? Hatırladığım şeyler ne kadar gerçek? Yeniden yazdıklarım gerçek mi?” sorularıyla beyin fırtınasına soktu katılımcıları. Sonra bir dijital platformda yayımlanan ‘Nasipse Adayız’ filmi serüvenini anlatmaya devam ederken sorusunu da yanıtladı: “İkisinde de olayın öznesiydim. Biri 25 sene önce, diğeri 19 sene önce başımdan geçen olaylardı, yaşanmışlıkları yeniden uydurdum, icat ettim.” 
Kesal kendisini; yaşadıklarını yazarak yansıtan ve sosyal, siyasal, sosyolojik, psikolojik ve benzeri perspektifler katan bir ‘otoetnograf yazar’ olarak tanımladı; otobiyografik değil otoetnografik…

***

Katıldığım yazar, yönetmen vb. söyleşilerden nacizane çıkarımım; birileri yaşadıklarını anlatıyor, yazıyor, kamulaştırıyor… Birileri de yaşadıklarını hiç anlatamıyor… Yaşadıklarını katlayıp bir kenara koyanlar da var, dağınık bırakanlar da… APİKAM’daki İnci Aral söyleşisinde de Aral’ın yazarlık sürüveninde benzer bir durumun söz konusu olduğunu dinledik. Yaşadıkları, günlüklerinde yazdıklarını yeniden anlatarak gerçeklik ve kurmaca arasında bir ağ örerek dokunuyor hayatlarımıza kimi yazarlar… Yaşadıklarını, insan hikayelerini, olayları, yerleri, sözleri, cümleleri, duyguları kaldırıp bir kenara koy(a)mayanlar; yazıyor, çiziyor, hayatı kurmaca ve gerçeklik arasında işliyor, örüyor, görünür kılıyor… Belki bir kitapla, belki bir fotoğrafla belki bir filmle… Kurmacayla gerçeği harmanlayıp kamulaştırıyor… Anlatabilen ile anlatamayan arasında böyle bir devinim var… İşte bu anlatıcılar sayesinde bir alma ve verme halindeyiz… Anlatanlar iyi ki var ki anlatamayanların suskunluğu bozuluyor… 

YILMAZ GÜNEY HAKKINDA

Söyleşinin ardından Ercan Kesal’a; Antalya Film Festivali’nde seçkiden çıkartılarak uygulanan sansür konusunu ve Yılmaz Güney hakkında sosyal medyadaki linç kampanyası hakkında düşüncelerini sordum. Festival iptal oldu ama ben yine de cevabını aktarayım… Sansür meselesinin ilk değil son da olmadığını belirten Kesal, sosyal medyanın yapıcı ve yıkıcı gücünden bahsetti. Gerek jüride bulunanların ve diğer katılımcıların sansürle ilgili sosyal medyadan tepkilerini göstermelerinin bir daha bu gibi olayların tekrarlanmaması adına umut verdiğini belirterek, eylemlilik halini desteklediğini ifade etti. Bir önermede bulunan Kesal, festival yapmanın bir hafızası ve ayağını bastığı sağlam bir zemin olmasına da vurguda bulunarak, Cannes ve Venedik de düzenlenen festivallerde neden böyle şeyler yaşanmadığını oturup düşünmemiz gerektiğini dile getirdi ve belediye, vesaire gibi sponsorlar nedeniyle ‘bağımsız festival’lerin düzenlenemediğine işaret etti. Sinemamızın Çirkin Kral’ı Yılmaz Güney’le ilgili başlatılan linç kampanyası ile ilgili de çok üzüldüğünü, bunun sosyal medyanın yıkıcı etkisinin bir örneği olduğunu ancak bunun Güney’in sahip olduğu değeri asla azaltmayacağını belirtti.