“Almanya bizi kıskanıyor” sözünü söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a maalesef katılmıyorum, tam tersi Almanya’yı ben kıskandım demek istiyorum. Dostlarımın daveti üzerine gittiğim Stuttgart şehrinde “İşte yaşanacak şehir böyle olmalı” dedim. Birbirinden muhteşem parkları, dünyaca ünlü Kara Ormanları ve adeta çıldırmış gibi doğal güzelliği ve yeşilliğine tam puan verdim. Şehir, kasaba ve köylerinde öyle devasa beton yığınları yok, yatay yerleşim uygulanıp mimari yarış içindeki 2-3 katlı evlerine bak
Stuttgart şehrinin parkları ve ormanlarına hayran kaldım
Karşıyaka’dan çocukluk arkadaşlarım İsmail ve İbrahim Yapıcıer kardeşler çevre yazılarımı yakından takip ediyorlar ve bana her zaman “Bir fırsat yaratıp Stuttgart’a gel buraların doğal güzelliklerini, parklarını, ormanlarını gezdirelim” diyorlardı, bu yıl kısmet oldu. Beton yığınlarıyla kaplı ve yeşilliği çok az İzmir’den sonra gözüm gönlüm dinlendi. Çevre yazarı olarak sadece doğal güzelliği değil şehir, köy ve kasabaların sokaklarına, trafiğine, düzenine, yaşanılır ve huzur dolu olmasına hayran kaldım. Dünyaca ünlü otomobil markaları Porsche ve Mercedes-Benz ile Bosch’un merkezinin Stuttgart’da olmasına girmeyeceğim, çünkü ne kadar güçlü ekonomileri olduğunu artık çocuklar bile biliyor. Çünkü benim için biliyorsunuz doğa, ağaç, yeşillik, ormanlar, temiz hava birinci planda. Neckar nehri Stuttgart ile 1905'te birleşen Bad Cannstatt semtinden geçiyor ve semtin içinde bir kaplıca bulunuyor ve bir de Türklerin en yoğun yaşadığı Bad Cannstatt semtinde var. Bölge bağcılık konusunda Almanya’nın üçüncü merkezi. Stuttgart’da işhayatı sabahın çok erken saatinde başlıyor ve öğleden sonra bitiyor. Türklerin çoğunluğu daha yoğun tempolu işlerde çalışıyorlar. Küçücük köylerde bile sanayi kuruluşları var. İsmail ve İbrahim Yapıcıer kardeşler hafta sonu beni Stuttgart’ın Karaorman Bölgesi’ne götürdüler.
ORMANLARINI ÇOK İYİ KORUNUYOR
O asırlık ağaçlara, yeşilliğe ağzı açık bakıp dolaştım, bol, bol fotoğraflar çektim. Tabi ki de imrendim. Maalesef bizim ormanlarımız onlar gibi çok iyi korunamıyor, hatta ard niyetli ve sorumsuz insanlar tarafından cayır cayır yakılıyor. Orman bekçisi, jandarma, polis gözetiminde değil. Otokontrolü insanlar sağlıyor, yanlış yapanlar hemen yetkililerek bildiriliyor. Ağaç kesmek ve orman yakmanın cezası çok ağır. Karaormanlar yürüyüş, kayak, bisiklet, gastronomi ve tarih turları için oldukça fazla seçenek sunan keyifli bir lokasyon. Karaorman Bölgesi Tübingen, Baden-Baden ve Freiburg gibi birbirinden güzel, tarihi dokusu çok iyi korunabilmiş Alman şehirlerine ev sahipliği yapıyor. Hafta içi çok yoğun çalışan Almanlar, hafta sonlarını ormanlık ve parklarda piknik yaparak geçiriyorlar. Karaorman gezisinden sonra Stuttgart Havaalanı’nda çalışan İzmir Şemikler’den tanıdığımız Hüseyin Sağlam’ın evine gittik, Fransız eşi Daniela Richter ile muhteşem bir bahçede ağırladılar bizi. Bin metrekarelik bahçeleri tam bir terapi merkesi. Domates, biber, salatalık, maydanoz gibi pek çok sebzelerin yanı sıra dağçileği, limon otu, ravent, ev prasası, biberiye, Frenk soganı, yeṣil sarmısak, sarı kantaron gibi şifalı bitkilerde yetiştiriyorlar. Daniela diplamalı değil ama eczacılara taş kırarırcasına bilgili. Çocuklarını ve eşini hastalandıklarında doğal bitkilerden tedavi ediyormuş. Dünyaca ünlü kargo şirketi DHL’de görev yapan İsmail Yapıcıer beni de yanına alıp Sigmaringen, Gammertingen, Burladingen, Tübingen, Hechingen, Jungingen köy ve kasabalarını dolaştırdı. Köylerde sanayi kuruluşları olsa da muhteşem bir sessizlik hakim.
ALMAN ÇİFTÇİSİNE SEBZE KOTASI VAR
Dereler, arkarsular pırıl, pırıl sanayi atıkları akmıyor. Evlerin bahçeleri sanki yarışma varmış gibi rengarenk çiçekler ve bitkilerle dolu. 380 kilometre yol kat ettiğimiz köyler ve kasabalarda sapsarı kanola tarlaları gördüm.
Yemyeşil doğanın içinde sapsarı kanola bitkisi harika bir görüntü oluşmuş. Kanola yağı, bitkisinin aksine, zararlı olmadığından insanlar ve çiftlik hayvanları için gıda maddesi olarak kullanılıyormuş. Tıpkı soya fasulyesi yağında olduğu gibi, gıda dışı kullanım alanları da var. Spot piyasalardaki fiyatının durumuna göre mum, ruj, sanayi yağları, gazete mürekkebi, biyoyakıt gibi ürünlerin üretiminde yenilenemez petrol bazlı yağların yerini almış. Kanola, bitkisel yağ kaynağı olarak yağlı tohumlu bitkiler olan ayçiçeği, soya, pamuk ve yer fıstığı arasında üretim açısından üçüncü sırada yeralıyormuş.
1962 yılında Balkanlardan Türkiye’ye gelen göçmenler Trakya bölgesinde ekmişler, ancak insan ve hayvan sağlığına zararlı maddeler bulunduğu gerekçesiyle 1979 yılında yasaklanmış. Almanya’da çiftçiler rastgele sebze, meyve yetiştiremiyorlar, devlet yetiştirmek istedikleri tarım ürünleri konusunda miktar belirliyormuş.
ÖZGÜR KAYNAR VE AİLESİNE KONUK OLDUM
İzmir’in yetiştirdiği başarılı gazetecilerden Özgür Kaynar da iki çocuğunun daha iyi eğitim almaları için 5 yıl önce Stuttgart’a yerleşmişti, gitmişken onları da ziyaret ettim. Yurtdışında vatan hasreti çekenlerin memleketlisini bulup görüşmeleri çok çok önemli. İsmail ve İbrahim Yapıcıer kardeşlerle birlikte Özgür Kaynar ve ailesi görmek üzere Heilbronn’e gittik. İlk kez görseler bile herkes birbirine hasretle sarıldı. Beni çok iyi tanıyan Özgür’ün eşi Pervin, 18 yaşındaki çocukları Nehir ve Arda İzmir ile ilgili sorular sordular. Özgür’ün kayınbiraderi Murat Bayram, ünlü bir Alman şirketinde mühendis olarak görev yapıyor ve buluştuğumuz Heilbronn şehrinin rehberliğini yaptı. Heilbronn geniş coğrafyası, üzüm bağları, temiz oksijeni, Neckar nehrinin bereketi ve huzurlu sokaklarında yürüyüş yapıp fotoğraflar çektik. Nehrin etrafındaki cafe ve restoranlarda Alman birası veya Heilbronn şaraplarını yudumlamak çok zevkli. Heilbronn’da şarapların genellikle “kuve” yani birkaç şarabın birbiriyle harmanlanması ve sonrasında yeniden fermante edilmesi demektir.
Heilbronn’un yöresel yemeklerinden olan ve bir çeşit mantı diyebileceğimiz ‘Maultaschen’ (maltaşın) harika. Şefin nar ekşisi ile tatlandırılmış mercimek yatağında servis ettiği füme alabalıklı mantıyı unutamam. Stuttgart’ta dostlarımı görüp yaşamıma çok güzel anılar ekledim.