Bu görüşmeler hiç yapılmamış, tasarı oylanmamış, 'Türkiye ile müzakerelerin geçici olarak durdurulması' kararı hiç alınmamış.
Böyle diyor Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Ömer Çelik. "Yok Hükmünde" diyor. İyi de biz yaklaşık bir haftadır neyi konuşuyoruz? Aslında 'Yok Hükmünde' olan bir kavram var; O da Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği. Sayın Bakan'ın da yeni unvanı; "Müzakereleri dondurulmuş Avrupa Birliği Bakanı."
Tamam kararın şimdilik bağlayıcılığı bulunmuyor. Tasarı gelecek ay bir araya gelecek olan Avrupa Birliği liderlerine gönderilecek. Karar da ancak Avrupa Birliği Konseyince verilebilecek. İyi de bu kararın siyasi etkileri ne olacak?
516 Konsey üyesinden 479'u bu kararın altına imza atmış. Bunun nedenlerini araştırmak gerekmiyor mu? Ülkede uygulanan baskı, zulüm ve kıyımın bunda etkisi var mı? Tutuklanan siyasiler, gazeteciler bu kararda nasıl bir rol oynamıştır. Bunların dikkate alınması gerekmiyor mu?
Asrın lideri esip gürlüyor. "Sen kimsin? Terbiyesiz!" diyor. İyi de daha birkaç yıl önce göklere çıkardığımız Avrupa Birliği, bu örgüt değil miydi? Bu örgüt Ergenekon, Balyoz davalarını bir seyirci gibi izlerken iyiydi, bu örgüt Erdoğan-Merkel görüşmesi sonucu 'ilerleme raporunun' açıklanmasını seçim sonrasına ertelerken iyiydi, AKP iktidarına her türlü desteği verirken iyiydi de şimdi "Hukuku çiğniyorsunuz, demokrasiden uzaklaşıyorsunuz" dediği için mi tukaka oldu?
Bırakın başınızı kuma gömmeyi, biraz etrafınızı görünüz. Yalnızca Avrupa Birliği'nin değil, bütün dünyanın bu ülkeye nasıl baktığının biraz farkına varınız. Dış itibarımızın nasıl yerlerde süründüğünü anlayınız artık.
Esip gürlemekle olmuyor. Dış dünyanın bir bölümü tebessümle, bir bölümü şaşkınlıkla izliyor dış politikamızı.
Recep Tayyip Erdoğan'ın son açıklamaları da çelişkilerle dolu. Bakın ne diyor;
"Toplanmışlar 30-40 kişi verilen bildiriye 'hayır' diyor. Geri kalan 300-400 kişi 'Evet' diyor. Ya topumuz dese ne yazar. Bana bak! İleri giderseniz sınır kapılarını açarız!"
Neresinden eleştirelim? 30-40 kişi dediği, aslında 300-400 kişi olan Avrupa Parlamentosu. Birliğe üye ülkelerin parlamenterlerinden oluşuyor. Evet ya da hayır dedikleri zaman ülkelerinin görüşlerini temsil ediyorlar. Üstelik kararı ezici bir çoğunlukla almışlar. Gerekçelerini biraz düşünmek gerekiyor.
Peki sınırların açılmasına ne diyeceksiniz? Bunun pratiği var mı? Nasıl yapacaksınız bunu? Bu gariban insanları botlara doldurup denize mi bırakacaksınız? Sınır kapılarına mı yığacaksınız?Adamların sınır kapıları bizimki gibi yol geçen hanı mı? Nasıl olacak? Üstelik biz bunları kabul ederken "İnsanlık görevimizi yerine getiriyoruz, çaresiz insanlara kucak açıyoruz" demedik mi? Ayrıca sığınmacı anlaşmasını, AB ile müzakerelerle ilişkilendirmek yanlış değil miydi?
Neresinden tutarsanız tutun tel tel dökülüyoruz. Bir Şanghay Beşlisi tutturmuşlar gidiyorlar. Türkiye'nin toplam ihracatının yüzde 48,5'i Avrupa Birliği ülkelerine, yüzde 3'ü ise Şanghay Beşlisi ülkelerine yapılıyor. Bu bile bu örgütle nereye varılacağına dair bir fikir verebiliyor. Ayrıca Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan ve sonradan katılan Özbekistan'daki demokrasi anlayışı ve insan hakları her platformda tartışılırken, örgüte üye olmanın neler getirip neler götüreceğini de çok iyi hesaplanması gerekir. Aslında bunun ham bir hayal olduğunu görmemek mümkün değil.
Her şey bir yana önümüzdeki günlerde de kamuoyunun gündeminden düşmeyeceği belli olan bu tartışmayı büyük fotoğraftan görmenin yararı var. Bugün için Türkiye'nin en önemli sorununun Başkanlık sistemi ile ilgili çalışmalar olduğunu unutmamamız gerekiyor. Avrupa Birliğine çekilen diskurların, "Eyy Avrupa" söylemlerinin, milliyetçi oyların alınmasında bir araç olarak kullanılmayı amaçlandığını gözardı etmeyelim.