Sedef Betil, öyküsünü bir asıra yaydığı romanı Leylekler Aşklar Söylentiler' için altı kuşaktan oluşan büyük bir soy ağacı yaratmış. Çok karakterin okuru zorlayıp zorlamayacağı sorusuna yazarın cevabı net: Zorlananlar çıkabilir. Ancak okura da iş düşmeli, "yazar ne yapmaya çalışmış" deyip merak etmeli!.. Hayatta ve kurguda biraz oyun olmalı!

Sedef Betil, yoğun çalışmayla geçen uzun yıllar boyunca daima iyi bir okur olduğunu söylüyor. 1945 yılında Ankara’da dünyaya gelen yazar, Arnavutköy Amerikan Koleji’nden, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Grafik Bölümü’nden mezun olmuş. Grafik, iç dekorasyon ve renk danışmanlığı yapmış, sosyal sorumluluk projelerinde yer almış ama içindeki 'yazma' ateşi hiç sönmemiş. Sedef Betil, birçok kişinin ununu eleyip eleğini astığı yaşların on yılına üç öykü kitabı ve bir roman sığdırarak müthiş bir edebiyat olayına imza atmış.

İletişim Yayınları markasıyla 2015’te Kısa Karanlıklar, Kırgınlığın Kuytusunda (2017), Parçalar ve Zerreler (2019) adlı öykü kitapları ve geçtiğimiz aylarda Leylekler Aşklar Söylentiler adlı ilk romanı yayımlanmış.

Betil ile ilk romanı bağlamında hem hayatın edebiyata yansıyan yönlerini hem de edebiyatın yansıttığı hayatları konuştuk.

BİR KÜRENİN İÇİDE YUVARLANIYORUZ

Kısa ve öz yazıyorsunuz. Bu tercihinizin yanı sıra özlü öykülerinize yüklediğiniz anlam ve amaçları öğrenmek isterim...

Yazdığım metinlerde insanın yaşadıklarına odaklanmak istiyorum. Evet, anlatımımın kısa olmasına özen gösteriyorum, az ve öz olmasına. Okurun farklı bir nefes almasını istiyorum. Hikâyedeki kahramanın yaşamına bire bir ayak uydurmasını. Buralarda hayat çok kalabalık, karışık, çok gürültülü, zaman zaman çok tedirgin edici, hatta korkutucu. Toprağın altı da üstü de faylarla dolu. Üstelik gündem öyle hızlı değişiyor ki bir öncekinin ne yası tutulabiliyor ne hesabı sorulabiliyor. Sanki bitmeyen, susmayan söylentilerden oluşan bir kürenin içinde yuvarlanıyoruz. Bunun içinden çıkıp olayları yaşayanları görüp onları farklı bir bakış açısından yazmak istiyorum. Olaylara girip dalmak istemiyorum.

Bu hep böyle miydi? "Az ve öz" tercihinizi kastediyorum!..

Bu romanı kırk yıl önce yazmaya başlamış olsaydım ne yazardım bilmiyorum, o zamanki ben şimdiki ben değildim. Ama tek söyleyebileceğim yine kısa olacaktı, yine dış olaylara ancak değinecektim. Bu romanı pandemi döneminde yazdım, zaten evdeydim, süresi, götürüsü, getirisi belirsiz bir zaman dilimi önümdeydi; yazdıkça yazdım, tuhaf bir enerjiyle, bir yere yetiştirmem gerekiyormuşçasına, ama merakla ve keyifle, üstünden defalarca geçip genişlete genişlete.

CAHİL CESARETİYLE...

Yıllar sonra gelen yazma uğraşı büyük cesaret ister. Biraz bu süreçten de söz edelim mi?

Yıllar ilerleyip de günler yavaşlayınca hayatımın muhasebesini yapma vaktinin geldiğini hissettim, bu da beni bir anda yazmak fiiliyle karşı karşıya bıraktı. Cahil bir cesaretle yazmaya başladım çünkü yazar olmak gibi hayalim, hırsım hiç olmamıştı ne günlük ne iki satır şiir. Şimdi yazabilmek beni mutlu ediyor, erken yaşta başlayıp tükeneceğime yaşamımın bu döneminde hiç kimseye gereksinimim olmadan yapabileceğim bir şey bu, verimli olmak günüme anlam katıyor. İnsanın yaşı pek önemli değil.

İlk romanın doğumu zorlu geçer. Sizin de zorlandığınız anlar oldu mu?

Yazıp bitirmesi uzun ve yorucuydu ama kolay işler birbirine benzer, öyle olmasını istemedim. Aslında "Leylekler Aşklar Söylentiler” başka bir adla ve bir öykü olarak doğmuştu. Romanın son parçası olan bölüm. Sonra iş öne doğru uzadıkça birçok yan karakter ortaya çıktı. ve bu hiç hesapta olmayan bir durumdu. Bu yüzden anlatıyı kendi akarına bıraktım. Kişiler çoğaldıkça işim zorlaştı ama öbür yandan bu metin denkleminin cazibesi arttı; her biri kendi farklı sesini duyurmaya çalıştı.

Altı dönem... Bir asır ve birçok karakter! Okuyanların zorlanabileceği ihtimali korkutmadı mı sizi?

Tabii ki aklıma geldi böyle bir zorluk. Ama kaygılanmadım da. Çünkü okura da iş düşmeli, yazar ne yapmaya çalışmış, deyip merak etmeli! Neticede pembe dizi olmadığı belli. Şimdiye dek bu kalabalık birinci tekil yazılmış şekilden başlarda, kaptırana kadar zorlandım ama sonra akıp gitti, diyenler var tabii. Hayatta ve kurguda biraz oyun olmalı.

HER KUŞAK ÖTEKİNE MUHTAÇ

Kuşaklar arası değişimleri ustaca yansıtmışsınız. Ama sanki o farkları fark edemeyecek kadar hızla değişime uğruyor yeni kuşaklar!..

Gerçekten de kuşaklar arası farkın arası çok daha geniş aralıklar yaratıyor. Teknoloji öyle hızla ilerledi ki ciddi sayıdaki yetişkin saf dışı kaldı. Peki, bu klavyede parmakları çok hızlı olan kuşak etraflıca ayrıntılara da eğilerek düşüncede, sorun çözmede, inatla bir şeyin peşinde gitmede de aynı hızda mı? Yoksa cevap için hazır fikirlere güvenip tek doğruymuş gibi “Google.com”a ve benzerlerine mi danışıyor? Bana göre şimdi iş hayatında, kurumsal hayatta, sanat dallarında her ne yapılıyorsa sorun çözümünü çeşitli yaş gruplarının birlikte konuşup, çalışıp, üretme zamanı. Her iki kuşağın birbirine ihtiyacı var, biri önceyi diğeri geleni bilmiyor. “Leylekler Aşklar Söylentiler”de de doğal olarak kuşaklar arası fark var, duygularda olmasa da davranışları ve düşünceleri farklı. Ama esas değişim büyük kalabalık ailelerden küçük aileye geçişte yaşanmakta, duygusal alışveriş olmadığından kuşaklar birbirini tanımıyor, kabul edemiyor. Kuşak farkının arasının açılmasının ana nedeni bu.

Böyle olunca aile gelenekleri her kuşakta biraz daha birbirinden uzaklaşıp yabancılaşıyor sanki!

Evet, giderek kaybolan ve kayboluşuyla üzüntü veren bir şey bu. Üç kuşak birlikte veya yakın yaşarken diğer evde ne yenir ne dinlenir ne okunur ne konuşulur, nasıl davranılır... Yıkanmaktan misafir ağırlamaya kadar, gelen giden için önünden arkasından ne denir gibi çok çeşitli hayat suretleriyle hemhal olunur. Zamanla bir gelenek oluşur. Bu çok sıkıcı olabileceği gibi bir açıdan da zenginliktir. Bahçesinde, sokağında buluşulup yemenin içmenin, söylentilerin paylaşıldığı yaşamlar kalmadı. Çekirdek aile evleri içe döndü, kapılar kapandı. Tabii yine söylentiler devam ediyor ama eskisinden daha olumsuz, sevimsiz, vurucu, kırıcı, kabul pencereleri aralık bile değil.

SEVGİ BİTMEZ BİR İHTİYAÇ

Kuşaklar arası yabancılaşmanın daha keskin nedenleri olmalı, değil mi?

Kuşak farkının bu denli büyümesinin ana nedeni daha önce belirtiğim gibi teknolojik gelişmeler. Dünyanın her köşesindeki olayları avucumuzdaki telefonla takip edebiliyoruz; kim ne söylemiş, kim ona ne cevap vermiş ama önemi, değeri çok kısa çünkü ardından başka haberler akmakta. Ayrıca yapay zekâ. Onun uzun vadede toplumlarda yaratacağı değişimi öngöremiyorum ama kesinlikle bu kuşak kopuşuna onun da katkısı olacaktır. Tüm bu gelecekteki bilinmezlerin içinde tek bildiğin insanların dokunulmaya, sevilmeye, beğenilmeye ihtiyaçlarının devam edeceği. Bunu biliyorum.

Leylekler Aşklar Söylentiler'de sizin hayatınızdan yansımalar var mı?

Doğrusunu isterseniz romanı ilk tasarlarken ve sonrasında yazarken ailem veya arkadaş çevremden esinlendiğim kimse olmadı. Sanırım karakterleri hayatımdan gelip geçmiş onun bunun davranışını birleştirip geliştirdim. Romana yansımasa bile her birinin fiziki görünüşü, sesi, mimikleri, gülüşü, yürüyüşü ve kıyafet seçimi bende kanlı canlı yaşadı, yaşıyor.

Leylekler Aşklar Söylentiler / Sedef Betil / İletişim Yayınları

2. Karanlık Atolye

Yazarın iç dünyasından yansıyan!

Yazarını anlatan kitaplar, o yazarı sevenler için eşsiz birer fırsattır. Nobel ödüllü Fransız yazar Annie Ernaux'nun özel hayatına, günlük hayatında onu yazarlığa taşıyan düşüncelerine ayna tutan günlüklerinden oluşan Karanlık Atölye de tam böyle bir kitap.

Yazar kitap olarak yayımlanan günlüklerinde bizi, yazarlığının ve hayatının gizemli labirentlerine sokuyor, sadık okurlarını kendine dair gün ışığına çıkmamış alemine davet ediyor.

Çağdaş İngiliz edebiyatının önemli yazarlarından Rachel Cusk'ın "Çağımızın en etkileyici ve sınır tanımayan seslerinden biri, ifadesiyle övdüğü yazarın tutkunları, bu kitapta Annie Ernaux ile yeniden tanışacak.

Karanlık Atölye / Annie Ernaux / Can Yayınları

3. Sentineladasi

Dünyadan kopuk

bir düş adasında

Geçtiğimiz hafta Fransız Kültür Merkezi'nde İstanbullu okurlarıyla buluşan Goncourt Ödülü sahibi Jérôme Ferrari'nin ilginç romanı Sentinel Adası, Ebru Erbaş'ın çevirisiyle yayımlandı. İstanbul'daki etkinlikte yazar, Ebru Erbaş'ın moderatörlüğünde okurlarının sorularını cevaplamış, yazarlık serüvenine dair ipuçlarını paylaşmıştı.

Keskin, derin ve bir hayli ironik üslubuyla dikkat çeken "Sentinel Adası - Yolcularla Yerlilerin Masalları", dış dünyadan izole Sentinel Adası metaforu üzerinden kitle turizminin bir yöreyi nasıl dönüştürdüğüne dair ilginç bir roman. Korsika’nın bir sahil kasabasında “turizm mucizesi” sayesinde zenginleşen tuhaf Romani ailesinin üç kuşaklık çöküşünün ironik hikâyesi, modern dünyada yerli kimliği ile yabancı varlığı arasındaki çatışmaya ayna tutuyor.

Sentinel Adası / Jérôme Ferrari / Everest Yayınları

Kitapın Yolcuları

Çağın akışını

değiştirecek göç

Bir başka Nobel edebiyat ödüllü Polonyalı yazar Olga Tokarczuk'un bizi 17. yüzyıl Fransası'na götürdüğü romanı Kitap'ın Yolcuları'nın konusu şöyle...

Fransa Kralı 1685 yılında Katolikliği tek yasal din olarak ilan eder. Bu gelişme üzerine bir grup Protestan Huguenot, yerleşip huzur bulabilecekleri, güven içinde yaşayabilecekleri bir yer bulma umuduyla ülkenin diğer ucuna doğru yola çıkar. Bu grupta, nişanlısının terk ettiği Veronika, simya işlerine meraklı Marki, ayakları yere sağlam basan varlıklı de Berle ve yanından hiç ayrılmayan sarı köpeğiyle dilsiz arabacı Gauche vardır. Hepsi Paris’i farklı nedenlerle terk etmiştir. Bu maceralı yolculuk, yalnızca onların kaderini değil, tüm insanlığın tarihini değiştirecek potansiyele de sahiptir.

Kitap'ın Yolcuları / Olga Tokarczuk / TİMAŞ Yayınları

5. Yaslanma Uzerine

Ah şu çileli yaşlılık!

Yaşlılıktan söz etmek en az yaşlanmak kadar tatsız bir konu. Üstelik, gençler, hangi cümlelerle anlatırsanız anlatın (bir zamanlar yaşlı olanların gençliklerinde yaptıkları gibi - ve kaldı ki doğrusu da budur) bunu anlamayacak, heyhat yaşlıların da bir işine yaramayacaktır.

Ne var ki alabildiğine bir ikiyüzlülük para, şöhret ve itibar getiren bir sektör olmuş. Nedir o? Yaşlılık, güzel yaşlanak ve hatta mümkünse genç kalmak gibi iddialarla para ve şöhret arayanlardan söz ediyorum.

Yaşlanma, hayat simsarlarının vaat ettiği gibi bilgeliğe ve huzurlu bir limana yolculuk mudur, yoksa bedenin ve zihnin geri döndürülemez bir çöküşe, "biyolojik bir hiçliğe" doğru sürüklenişi mi?

Jean Améry Yaşlanma Üzerine'de bu soruyu her türden sahte iyimserliği elinin tersiyle itip yaşlılığın zahmetli, çileli ve ıstırap dolu bir yolculuk olduğunu anlatıyor.

Yaşlanma Üzerine: İsyan ve Boyun Eğme / Jean Améry / Sel Kitap