Ülkemizin bugün tarımsal sorunlar bağlamında yaşadığı gıda arz güvenliği ve enflasyonu karşısında bir an şunu düşündüm: ‘Ya Türk tarımı 99 yıldır Atatürk’ün vizyonu ile yönetiliyor olsaydı, bugün nasıl bir konumda olurduk?’ Düşünün, Kurtuluş Savaşı'nın sıcak çatışmaları henüz yeni bitmiş, ancak daha ortada Lozan Barış Anlaşması yok. Türkiye’nin egemenliğini, dönemin muktedirlerine kabul ettirip ettiremeyeceği, yeniden sıcak çatışma cephelerinin açılıp açılmayacağı bile daha netleşmemiş. Günler, aylar öncesinden hazırlıklar yapılmış ve çok büyük bir bölümü çiftçilerden oluşan 1135 temsilci ile 17 Şubat 1923 günü İzmir İktisat Kongresi başlıyor. Düşünün, Lozan Barış görüşmeleri 5 ay sonra başlayacak. Ülkeye barış gelip gelmediği henüz belli değil! Böyle bir atmosferde İzmir İktisat Kongresi'ne hazırlık yapılıyor. İzmir İktisat Kongresi, bugün yapılan toplantı ve kongreler gibi bir-iki gün de değil, tam 15 gün sürüyor. Bir ülkenin kanıyla, canıyla verdiği kurtuluş savaşından sonra bağımsızlığını kalıcı hale getirecek ve ulusa onurlu bir gelecek sağlayacak ekonomik bağımsızlığının mücadelesi veriliyor bu 15 günde...

***

Atatürk’ün, kongrenin açılışında kurduğu birkaç cümle; büyük liderin tarımın stratejik öneminin nasıl farkında olduğunu gösteriyor. Aslında o gün genç ulusa, ekonomik kurtuluşun yolunu da gösteriyor. Genç ulusun sıfıra inmiş ekonomisini ayağa kaldıracak her kim varsa o gün o salonda… Atatürk, o gün böyle bir topluluğa hitap ediyor. Diyor ki: “Kılıçla fütuhat yapanlar, sabanla fütuhat yapanlara mağlup olmaya ve bin netice (sonuç olarak) yerlerini terk etmeye mecburdular. Nitekim Osmanlı Saltanatı da böyle olmuştur. Kılıç kullanan kol yorulur, nihayet kılıcını kınına koyar ve belki kılıç o kında küflenme, paslanmaya mahkûm olur. Lakin saban kullanan kol daha ziyade kuvvetlenir ve daha çok toprağa malik ve sahip olur.”

Sizce biz bu mesajı doğru algılayıp, uyguladık mı? Sizce biz Atamızı anlamış ve samimi bir şekilde kendimize rehber edinmiş olsaydık, bugün tarımda bu durumda mı olurduk?

Atatürk’ün tarıma ilişkin vizyonunu ortaya koyan bir anekdot daha paylaşmak istiyorum. Sizi, bugün canına okuduğumuz yada canına okumaya çalıştığımız Atatürk Orman Çiftliğinin kuruluş hikayesine götüreyim. Atatürk, 1925 yılının ilkbaharında, ülkenin tanınmış tarımcılarını Köşke çağırtarak, Ankara civarında modern bir çiftlik kurmak istediğini söyler ve bu amaca uygun bir arazi bulmaları talimatını verir.

***

Tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım’ın derlediği bilgilerden yaşananları ben de alıntılayayım.

Bu uzmanlar arasında bulunan bir tarımcımız o günkü anılarını şöyle aktarıyor: “Çiftlik yeri için öyle uzun boylu dolaşmaya ve Ankara’nın çevresinde başka doğal özellikler araştırmaya gerek görmemiştik. Sebep de basitti. Kıraç bir bozkırın ortasında bir Ortaçağ şehri. Ağaç yok, su yok, hiç bir şey yok. Böyle bir noktada hazırlanmış ve uygun koşullar taşıyan yerler nasıl bulunabilir. İncelemelerimiz bittiği zaman sonucu büyük şefe arz ettik. Kendileri elleri ile bugünkü çiftlik yerinin bulunduğu yeri işaret ettiler ve sordular:

-Burayı gezdiniz mi?

Buranın bir çiftlik kurulması için gerekli olan niteliklerin hiçbirini taşımadığını, bataklık, çorak, fakir bir yer olduğu hakkındaki ortak kanaatimizi söyledik.

Atatürk’ün bize cevabı şu olmuştur:

-İşte istediğim yer böyle olmalıdır. Ankara’nın kenarında hem batak hem çorak hem de fena bir yer. Burayı biz ıslah etmezsek kim gelip ıslah edecek?”

Bugün tarımda türlü sorunların arkasına sığınanlara bu cümleyi tekrar tekrar hatırlatmak gerekmez mi? O zaman bir kez daha sorayım, Atatürk’ün tarım vizyonunu anlamış olsaydık, bugün samandan, buğdaya, gübreden tohuma dünyanın türlü ülkesinden ithalat yapan bir ülke mi olurduk? Yoksa, samandan buğdaya, gübreden tohuma dünyanın tüm ülkelerine tarım ürünü ihraç eden, elde ettiği dövizle de geleceğin teknolojisine yön veren bir ülke mi olurduk?