Tarih tekerrürden ibaretmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapu senedi olan Lozan Antlaşması tartışılıyor ve ‘milliyetçi’ geçinen bazıları suskun!

Bundan sonra neler olabileceğini de tahmin edelim, o zaman. Ülke toprakları tehlikeye girdiğinde neler olmuşsa, onlar olacak… AKP’ye, MHP’ye ve DEM’e oy vermiş kesimin (gerçek dindarlar, gerçek milliyetçiler ve her konuda ‘eşitlik’ isteyen Kürtler) önemli bölümü dahil olmak üzere vatanseverler, Atatürk şemsiyesi altında birleşip, mücadele verecekler. Emperyal güçlerle işbirliği yapmış hain Padişah, Kuvayı Milliyecileri nasıl suçlamış ve ‘öldürülmelerinin helal, bu yolda ölenlerin şehit’ olacağı yönünde şeyhülislamlara ölüm fetvaları yazdırılmışsa, bugünün antiemperyalist Atatürkçüleri de suçlanacak, bazıları kumpaslarla hapse atılacaktır.

Cumhuriyeti ve devrimleri savunanların en ön safında ‘her yaştaki Türk gençleri’ yer alacak; çünkü…

Atatürk Kurtuluş Savaşımızın başlangıcı olan 19 Mayıs’ı hediye ettiği gençlere seslenişinde (hitabesinde) ‘bir gün, bağımsızlığını ve cumhuriyetini savunmak zorunda kalabileceklerini’, ‘zorla ve hile ile bütün ordularının dağıtılmış olabileceğini’, ‘iktidarda bulunanların aymazlık, sapkınlık ve dahası hainlik içinde bulunabileceğini’, ‘dahası bu iktidar sahiplerinin kişisel çıkarlarını, istilacıların siyasal istekleriyle birleştirebileceğini’ öngörmüştür ve gençler bunu biliyorlar. Atatürk’ün, Cumhuriyet ve devrimler tehlikeye girdiğinde, neler yapmaları gerektiği konusunda söyledikleri ise yeterince bilinmiyor.

Ezanın Türkçe okunmasını eleştiren yobaz, küçük bir ayaklanma girişimini önemseyerek gittiği Bursa’da, 6 Şubat 1933’te Çekirge Köşkü’nde verilen yemekte yaptığı ve ‘Bursa Nutku’ olarak bilinen konuşmaya, önceden bir hazırlık yapmadığı için ‘Bursa Söyleşisi’ demek daha doğru. ‘Devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisi’ olan, ‘yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiş’ ve ‘bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmış’ gençlerden bekledikleri şöyle, Atatürk’ün:

“…Bunları (Cumhuriyeti ve devrimleri) güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır. Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım’ diyecek. Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’ İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”

Atatürk’ü iyi anladığını düşünen bir Atatürkçü olarak, bugünkü koşullarda gençlerimize taşla, sopayla ve silahla mücadeleyi kesinlikle önermem, zaten bunlar karşı tarafın işine yarar. Önerim, anayasal hakkımız olan, yaratıcı ve pasif direniş yöntemleri geliştirmeleri…

Atatürk her zaman olduğu gibi haklı çıkacaktır. ‘Sonuçta ne olur?’ diye sorarsanız…

Geldikleri gibi giderler ve her şey çok güzel olur…

Daha çok gence ulaşabilmesi için paylaşmanız dileğiyle…