Her gün yazı yazıyor olsaydım, bu satırları da “yarın” okuyacaktınız. Ama bugün yazı günüm ve o bence Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı eşsiz ihanetin başlangıç yıldönümü yarın...

Yarın 19 Aralık.

Unuttuk tabii... Hiç karşı çıkmayalım U-NUT-TUK!

Gözbebeğimiz ordumuza, evrensel saldırının en somut günüdür 19 Aralık 2009!

Adına “Ergenekon” dedikleri yalan ve ahlaksızlık tezgahının kaç kahramanımızı mahvettiğini de unuttuk. Halkını her şeyden çok seven askerlerimizin, subaylarımızın sanki “düşman askeriymiş” gibi gördükleri muameleleri de unuttuk. Onurunu hayattan önemli görüp canına kıyan aslan gibi subaylarımızı da unuttuk. Türkiye’nin ebedi düşmanlarıyla, içte nankörce “iş tutanların”, tarihe eşi olmayan bir “imha operasyonu” yaptıklarını da unuttuk.

Benim ekranda “F Tipi” dediğim için günlerce, haftalarca küfür, tehdit, hakaret yediğim “o günleri” elbet bir gün ben de yazacağım. “Ticari” ya da “siyasi” ikbal uğruna, o rezil vatan hainleriyle iş çevirenlerin çoğu, bugün güya “kendilerini unutturmuş” olsa da isim isim, olay olay unutmadım. “recidance toplantıları” ya da “Alaçatı toplantıları” hala aklımda ve tabii ki ailemle dahi ettikleri doğrudan veya dolaylı tehditleri de hatırlıyorum. 2009-2011 arsa bana yaşatılan “yok etme, süründürme” hareketlerinde nasıl “yalnızlaştırıldığımı da” unutmadım.

Lakin benim yaşadıklarım, örneğin Albay Erkan Yılmaz Büyüköprü ile Binbaşı İbrahim Göze’nin yaşadıklarının yanında oldukça önemsiz.

İşte bu iki isme karşı “uyduruk” ama “resmi” iftira ile başlatılan “operasyonun” yıldönümü yarın! 19 Aralık 2009’da bu iki kahraman subaya, sanki düşmanmış, katilmiş, hırsızmış, sapıkmış gibi reva görülen muamele, 26 Aralık 2009’da tarihte eşi olmayan muazzam bir ihanete kapı açmıştı. Özel Kuvvetler Komutanlığı emrindeki bu iki “özel subay” güya Bülent Arınç’a “suikast” düzenleyecekmiş gibi “gösterilip” halkın gözü önünde ahlaksızca derdest edildiler. Tam bir hafta sonra da hepimizin “kozmik oda” diye bildiği özel ve gizli ötesi, devletin belki de en mahrem mekanlarına girildi. “Yaptıranlar” Türkiye’nin kadim düşmanlarıydı ve ama yapanlar, güya bizim polisimiz, savcımız, hakimimizdi!

O kadar mükemmel bir plandı ki...

Emekli Albay Erkan Yılmaz Büyükköprü, yaşadığı onca hayal kırıklığına rağmen yıllar sonra oturdu yazdı “Kozmik Albay” kitabını. Satır satır okudum. O günler geldi aklıma. Bülent Arınç ya da Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan okudu mu bilmiyorum ama, bu kitabı özellikle o ihanet çetesiyle “para” ya da “makam” kazanma amacıyla “beraber yürüyenler” de okumalı. Her ne kadar “ne istedilerse vermedik ki, kandırıldık” şeklinde açıklamalar yapıldıysa da beş yıl sonra, ya giden, kaybedilen, satılan “mahremlerimiz” ne olacak?

“O zamanlar” söylenmeyenlerin, “bu zamanlar” söylenmesinin bir kıymet-i harbiyesi var mı?  Olan oldu, giden gitti. Şimdi bakıyorum da o zaman sus pus olanlar, “canım bizden gizleyecek neyiniz var” diyenler ya da Bülent Arınç gibi “kokmaz bulaşmaz umursamaz” davrananlar bakalım yarınlar da “tarihte nasıl yazılacaklar”?

Düşünebiliyor musunuz?

Bu hain tezgâh için bir “ihbar” yapılıyor ama ihbar nereden ve kimden geliyor “bulunamıyor” lakin, iki pırlanta gibi subayımız, kapkaç yapmışlar gibi derdest edilebiliyor. Albay Büyükköprü yazar Aytunç Erkin’e bakın ne diyor yıllar sonra:

“İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün hakkımızda 3 Mart 2009 tarihinden itibaren teknik takip kararı aldığı ortaya çıktı. İhbarın geldiği dönemde İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’di. Soruşturma ile 19 Aralık 2009 tarihinde Ankara Çukurambar’da bize yapılan hukuksuz operasyondan 9 ay önce Ergenekon soruşturması kapsamında takibe alındığımız ortaya çıktı. Yine 2016’da yapılan araştırma sonucunda ihbarı yapan bulunamadı ama ihbarın yapıldığı 68.55.34.59 IP numarasının yer tespiti sonucunda ihbarın Amerika Birleşik Devletleri/Michigan/Port Huron bölgesinden yapıldığı tespit edildi.”

Ne diyorsunuz? Bence bulun bu yazının tamamını internette ve okuyun.

Ancak mutlaka bu pırlanta albayımızın tarihe kayıt düşüren kitabını okuyun. Çünkü “kökü dışarıda yerli ve milli” ihanetin neye mal olduğunu da bilmiyoruz. O 11 ve 16 numaralı olağanüstü gizli “kozmik odalarda” ele geçirilen belgeler devletimizin en mahrem belgeleriydi. Türkiye’mizin olası bir işgalinde, yine kuvva-i milliye ruhuyla ne yapacağımızın planları vardı, isimler vardı. Acaba bu eşsiz ihanetin bedelleri, “gizli kahramanların” deşifresine ve şehit edilmelerine yol açmamıştır. Belki de açmıştır. Zira topraklarımız nice isimsiz kahraman vatan evlatlarının yattığı yerler değil mi?

Bu olay öyle alçakça ve namertçe bir olay ki, günlerce bu hain çeteyi “adam yerine” koyan nice sözde basın organları yazdı da yazdı... Kendi ihanetlerini, kahramanlara hain çamuru atarak hem de. O günler de cep telefonlarına, bilgisayarlara düzmece belgeler, bilgiler koyan hainler, bu kez derdest edilen albayımızın cebine de bir kâğıt koydular. Gözaltında üşüyen albayımız cebindeki bereyi çıkarmak ister, bereyi cebinden çıkarırken yere bir kâğıt parçası düşer, o sırada da elinde su şişesi vardır, kâğıdı alır şişenin kapağını açar tam içecekken üstüne polisler çullanır. Kâğıdı suyla yutacak havası yaratılır. Bakın işe ki kâğıtta Bülent Arınç’ın ev adresi yazmaktadır.

Kozmik Albay” kitabı, halkını seven, devletine sadakatini hiç bırakmayan bir vatan evladının kitabı. Ekranlarda saçma sapan yarışmalar, papağan misali haberler izleyeceğinize bu kitabı okuyun.

15 Temmuz 2016’da bir ihanet oyunu deşifre edildi ama, henüz “derinlemesine” araştırılmadı, konuşulmadı ne yazık ki. Kozmik Oda baskınından konuyu alıp İzmir’in “gizemli” tarihine tuttuğumuzda gördüğümüz sadece “sahte dostlara” hep aldanan bir millet olduğumuz. Ne yazık ki bunu bir zamanlar “süt tozu” içenler de düşünemedi!

CEHALET DESTEKLENİYOR, OLAN KADINLARIMIZA OLUYOR

Okuduğunuz bu satırları kaleme aldığım ana sayı: 3301’di...

Bir gün sonra bu sayı 3302 oldu.

İnanamadım, bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha baktım. Yılları tek tek inceledim, ekranı büyüterek isimleri okumum ve hepsine yürekten, erkek utancımla rahmet diledim.

3302...

2008’den bugüne katledilen tam 3302 kadınımız, kızımız, bacımız.

2008’de 66, 2009’da 125, 2010’da 203, 2011’de 128, 2012’de 144, 2013’te 231, 2014’te 290, 2015’te 293, 2016’da 288, 2017’de 349, 2018’de 404, 2019’da 418, 2020’de 363.

http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net/ Adlı siteden aldım bu rakamları.

Umarım siz bu satırları okurken toplam sayı artmaz. Ama mümkün mü?

Biz artmamasını dileyelim yine de.

Peki neden bu kadar çok? Neden kafası kızan öldürüyor hemen? Gerçek sıkıntı nedir?

Ülkemde bu kadar şiddetin hele de kadınlarımıza, kızlarımıza hoşgörüsüzlüğün nedeni nedir?

Hep böyle miydi yoksa son yıllarda mı arttı?

Benim düşüncem farklı.

Eşini, kızını, kız kardeşini, sevgilisini, sözlüsünü, annesini, nişanlısını öldürenlere “taktım” ben. Haber olmuş cinayetlere ve varsa katillerin yaşlarına dikkat etmeye çalıştım. Sosyolog değilim. Ama bu cinayetlerde katillerin yaşları fena halde dikkatimi çekiyor. Sanki yaşlar 20-40 arası yoğunlukta. Bana öyle geldi, ve bulduğum bu sonucu düşündüm.

1980 ve sonrası doğumlular. Son cinayetlerde katil yaşı 20’li yaşlar.

Peki normal mi bu?

Bana karşı çıkabilirsiniz belki ama benim düşüncem hep 1980 darbesine takılıyor. Darbeyi “yaptırtanlar” nasıl yıllar sonra “kozmik odaya” bile girebildiyse, toplumsal tüm değerleri de alt üst etti. Ne eğitim “eğitim” gibi bırakıldı ne de bilimin, düşüncenin, sorgulamanın vurgusu yapıldı. Tamamen kültürsüzlük abidesi olan “netekimgiller” familyası ve onun gölgesinden yürüyen “tontonlar” öylesine yoz bir “popüler kültür” yarattılar ki!

Ne “aile birliği” kaldı ne de “ahlak”.

Suudi taraftarı vehhabî şakşakçısı yobaz hocaların da devreye girmesiyle, sevgi, saygı, hoşgörü, dayanışma dahi “menfaate” odaklandı. İnsanlık değerleri, semt pazarlarında “ucuz tezgâh malları” gibi oldu. “Tartışma kültürü” yerini “başı külahlı eli silahlı cahilliğe” teslim etti. “Tartışan” insanlara “terörist” gibi bakılırken, çekilen kimi dizilerde “namus cinayeti” körüklendi, cinayet işleten senaryolarda katillere övgüler söyleyen “halk” imajı yükseltildi.

Evlilikler sanki “çıkar birlikteliğiymiş” havası estirilince “iyi günde kötü günde birliktelik” yobazlarca “Hristiyan kültürü” sanıldı. Oysa eskiden nine ve dedelerimizin “iyi gün kötü gün” anlayışıyla süren 50, 60 yıllık evlilikleri vardı. Onları sadece “ecel” ayırırdı.

Bakın Allah aşkına cinayet nedenlerine. “Öldürmek” her dinde “yasaklanmış” büyük günah da olsa, kendince “öldürme sebebi” bulup katil olanlar da “Allah’a sığınıyor” ya, pes artık!

Cehaletin desteklenmesini de yaşadıktan sonra, aslında yine de “katil ruhlular” çok demeye dilim varmıyor. Fakat bir yandan medya terörü bir yandan sosyal medya terörü beni, gerçekten korkutuyor. Artık evlerde “sofra kültürü de” kalmadı anlaşılan.

ÖZÜR DİLİYORUM

·Yazacağım konuları hep “ötelemek” zorunda kalıyorum. Ama yazı günüm 2 ve inanın 24 saat bana yetmiyor bir günde. E yaş da ilerliyor, düşünün gerisini. Ama “yazacağım” dediğim ne varsa söz.

·Önceki akşam Bayraklı’da inanılmaz saatler yaşandı. Gecenin ilerlemiş saatlerinde kim emir verdi bilinmez, enkaz alanlarındaki saçma sapam ve saygısız çalışmalar mahalle halkını çok korkuttu. Konuyu ilettiğim İzmir Valisi Sayın Köşger ile AK Parti İzmir Milletvekili Hamza Dağ, derhal el attılar da huzura erdik. Deprem alanlarında “yaşamak zorunda” kalanları unutanlara gelecek hafta sürpriz yapacağım!