Ne günler var anlam yüklü. Anlam yüklü de “anlam” değil “anma” önemli bizim için.

“Andın mı?” Tamam, harikasın! “Anladın mı?” hiç konuşulmayan bu işte.

Bakın açık açık yazıyorum… Önü arkası, yukarısı aşağısı yok yazacağımın.

Biz zerre “anlamadık...” Hazreti Muhammed'i de, Fatih Sultan Mehmet’i de, Mustafa Kemal Atatürk’ü de AN-LA-MA-DIK!

Ya “anlatmadılar” olduğu gibi ya da anlattılar da biz “anlamadık.” Aman diyeyim yanlış anlaşılmasın, ben anladım da siz anlamadınız demiyorum. Alayımız, millet olarak diyorum.

“Egemen” olanlar hep “egemenlik” kurmuş ahali üzerinde. Onlar ne derse o, ne yaparsa o. Zaman içinde menfaatler de ağırlık kazanmış, kibir ve riya da girmiş, hırs da pompalanmış. Bir bakılmış ki, söylenenlerle yaşananlar aynı değil.

Lafı “ekonomiye” getireceğim. Ekonomist falan da değilim. Günlerdir, haftalardır bir “dövizdir” gidiyor… Kuruş miktarınca “döviz” sahibi olmayan bir yurttaş olarak, dövizi olanların “oynaklıkları” yüzünden hayatım kaydı.

Sizin kaymadı mı?

Neyin fiyatı bir ay önceki gibi?

Ama “gelir” aynıyken “giderin” olağanüstü artması değil mi, “hayatlarımızı kaydıran?”

İşte bunu anlamıyor Türkiye’min Cumhurbaşkanlığı sistemi!

Ekmek kuyrukları, pazar bittikten sonra “enkaz” içinden “yemeklik” seçenlerin artışı, evlerde artan kavgalar, dolandırıcılık, hırsızlık olaylarının çoğalması falan hiç umurunda değil iktidar ahalisinin.

Yok yeni sistem, yok sistem revizyonu, Mars’a gitmeye can atan “hazineciler”, zaten ezilen millete, “Ben milletimi ezdirmeyeceğim!” diyen tuzu kuru siyaset erbabı, plazalarda oturup yağcılık yapan yazar, konuşur takımı neyi amaçlıyor anlayanınız var mı?

Ya gerçekten bir sabah uyanıp “birilerinin” ciddi ciddi Mars’a gittiğini duyacağız ya da bir sabah uyanıp çirkin suratlı bir şeyh müsveddesinin ekrana çıkıp böğürmesini!

Çünkü “anlamak” için nokta gayretimiz yok.

Dün 23 Aralık’tı… Asteğmen, öğretmen Fehmi Kubilay’ın 24 yaşında hunharca katledilmesini “andık.” Peki, “anladık mı” olayı?

Hayır!

Gelecek yıl, Cumhuriyet’in 100. yılına kapı açan İzmir’in kurtuluşunun 100. yılı…

Anladık mı?

Hayır!

Öyle şeyler duyuyorum, öğreniyorum ki… Hem utanıyorum hem öfkeleniyorum. Adam 20 yıl önce bir şeyler yazmış, aradan bunca yıl geçmiş, 20 yıl önce yazdığını, söylediğini 100. yıl diye “kakalamaya” çalışıyor. Yahu bu bilim insanlığı da değil, araştırmacılık da değil.

Peki ne?

“Anlamayan” millete “keriz” muamelesi yapmak.

Çünkü ortada “doğrudan” çok “uydurulmuş” var.

“Bilinenlerin” çoğu “uydurma”. Peki, “doğrular nerede?”

İşte onları “anlamak” gerek…

Milletin içinden çıkıp milletine külliyen yabancılaşan siyasetçilerle bizim “anlayış” kazanabileceğimiz çok zor!

23 Aralık 2003’te o zamanın 57. Topçu Tugayı Komutanı Tuğgeneral Ali Vahit Kubilay, Menemen’de yapılan “gerçek” bir “anma ve anlama” töreninde bakın ne demişti:  "Günümüzde de her şey Atatürk'ün ilke ve inkılapları doğrultusunda, aklın ve ilmin ışığında gerçekleştiğini söylemek zordur. Bugün için de yurtiçi işbirlikçileri ve yurtdışı destekçileri ile beraber, insan hakları ve demokrasiyi alet ederek, bölücülüğü siyasallaştırıp, ülkeyi bölmeye çalışanlar, dini inançlarının baskı altında olduğunu iddia ederek, teokratik devlet özleminde olanlar, Atatürk ilke ve inkılaplarını kabul etmeyip laik devlet düzenine karşı çıkanlar vardı. Yarın da olacaklardır. Ne var ki bunlar emellerine asla ulaşamayacaklardır."

Anladık mı?

Bir yere not edin lütfen. Hasan Tahsin 2022’de de 2023’te de “rahat durmayacak.” Kim ne anladıysa “hodri meydan!”

*****

ŞU 'ÇEKİLEN' KURALAR

Cumhurbaşkanı geldi, üç beş anahtar verdi, konuşup “Güle güle oturun.” dedi. Ama o üç beş anahtarı alanlar da hâlâ “oturamıyor.” Çünkü büyük, şüpheli, esrarengiz bir olay haline geldi evlerini depremde kaybetmiş depremzedelerin “mülk halkları.”

Sayın Murat Kurum efendiyi insanca, nazikçe “kahveye” davet ettim. Yahu arkadaş, seni davet eden, alıştığın tiplerden değil, doğru. Ama sen okula giderken seni davet eden gazetecilik yapıyordu. Bir nezaket sergile değil mi? Cevap gelmeyeceğini biliyordum. Çünkü başta Şehircilik Bakanlığı olmak üzere tüm “yetki, mühür” sahipleri, iktidarın “deprem” yaklaşımlarının baştan garip olduğunu benim gibi biliyor. Konuşunca batacaklar, ondan muhatap olmuyorlar.

Proje alanlarında kaba inşaatları biten 5+1 kat konut ve dükkânların “kura çekimleri” tam da düşündüğüm gibi, tartışmaları, itirazları, söylentileri başlattı. Örneğin dükkân dağılımlarında “AK Parti’li esnaf” ve “AK Parti’li olmayan esnaf” ayrımı var mı diye sorayım şimdi? Ya da konutlarda böyle bir sorgulama yapıldı mı? Eminim “Hayır, yapılmadı.” diyecekler. Ben de inanmayacağım tabii ki. Çünkü hak sahiplerini uzak tutarak, Ankara’dan ya da bilmem nereden “kura çekim heyetleri” getirmek de bir tuhaf. Öte yandan Yılmaz Erbek Apartmanı altındaki “ara duvarların” yıkılması olayına karşı meslek odaları “olmaz” derken, Şehircilik Müdürlüğü kulağının üzerine yatmayı maharet sayıyor. Merak ediyorum, Allah korusun, 7 şiddetinde merkezi İzmir olan bir deprem yaşarsak ne olacak?

Size çok yakında bir “kentsel dönüşüm masalı” yazacağım. Bu masalın “devi” TOKİ… Bu “devin” yemeye çalıştıkları da “depremzedeler.”  Masalda bir de “kral” var. Bekleyin…

*****

HAFTAYA GÜNDEMİM APİKAM

Gazetedeki yazı günlerim salı ve cuma. Yazıları da kısalttık biraz. İlginize teşekkür ediyorum. Bakarsınız yakında yazı günüm üçe çıkar. Ona da hazırlıyorum kendimi ama bazı şartlarım olacak gazete idaresinden. Neyse, size gelecek hafta iki gün APİKAM yazacağım. 2014 yılının Haziran ayından beri görev yaptığım süreci de anlatırım. Çünkü son zamanlarda bazı “ilginç” duyumlar geliyor kulağıma. Hatta bazıları, daha Hisar Camisi ile Salepçioğlu Camisi'ni ayıramazken, “Havra Sokağı'nı” tarif ederken 926 Sokak'ı anlatırken, 9 Eylül 1922’de İzmir’e “Önce efeler girdi.” gibi bir “deli saçmasını” söylerken çıkıp da “APİKAM bugüne kadar ne yapmış ki?” diye soruyorsa, kimse kusura bakmasın gök kubbeyi onların başlarına indirmeyi de bilirim. Bir kurumu bilerek eleştirmeye nasıl saygı gösteriyorsam, bir kez bile kapısından girmeden, bazı “toplantı buluşmalarında” boş sallayanlara da ne yapacağımı bilirim. İzmir’de “bazıları” özellikle de “adımı” anarken dikkat etsinler. İzmir’i de İstanbul’un uzak ilçesi sanmasınlar. “Umulmayan taş” olur “kafalarını yarabilirim!”