Bu yazı biraz uzun olacak gibi. Çünkü konumuzun geçmişi çok uzun. Tarikatlar bin yıldan fazla bir süredir her dönem gündemimizde.

751 Talas Savaşı'yla Türk'ün hayatına giren İslam dini birçok güzelliği barındırsa da her dinde ve inanışta olduğu gibi tehditleri de beraberinde getirmiştir. Bunların en büyüğü tarikatlardır. İslamiyet öncesi Gök Tanrı inancına sahip olan Türkler tarikatlardan ziyade doğrudan düşmanlarla mücadele ediyordu. İslamiyetle birlikte gelen tarikat terörizmi Türk devletlerinin başına yüz yıllardır bela.

beyaz saray

En güçlü Türk devletlerinin başında gelen Büyük Selçuklu Hanedanlığı'nın da en büyük düşmanlarından birisi haşhaşileri hayata geçiren Hasan Sabbah'dır. Hasan Sabbah döneminde peşinden sürüklediği müritlerini İsmaililik adı altında Şii bir mezhebe inandırmıştır. Hasan Sabbah'ın tarikatı o kadar ileri düzeyde bir yapılanmaya sahipti ki ondan sonra gelen tarikatların çoğu bu sistemi kullanmaya çalıştı. Hasan Sabbah'ın iki tür müridi vardı. Birincisi dilleri kesilmiş sadece suikastlardan ve saldırılardan sorumlu askeri müritler diğeri ise Büyük Selçuklu devlet yönetimine sızmış casuslardı. Hasan Sabbah, devlet yönetimine soktuğu kişiler sayesinde hem askeriyeye hem de kritik kademelerde yapılanmayı kolay hale getirmişti. Bu sayede de Büyük Selçuklu'yu içeriden yıkma planlarını rahatlıkla uygulama imkanı olmuştu. Ne kadar başarılı oldu, ne kadar istediğini alabildi şüpheli. Sonuçta Büyük Selçuklu Hasan Sabbah'tan sonra da devam etti.

osmanlı isyanlar

Osmanlı Devleti’nde tarikatlar ve cemaatler

Ya da başka bir cihan devleti olan Devlet-i Aliyye ya da daha bilinen adıyla Osmanlı İmparatorluğu. Malumunuz devlet yazışmalarında ve evraklarda Osmanlı adı değil Devlet-i Aliyye adı kullanılırdı. Osmanlı en güçlü zamanlarında da en zayıf zamanlarında da tarikatlarla uğraşmış, savaşmış ya da birlikte yol yürümüştür. Sonucunda padişahtan, sadrazamdan ya da halktan istediğini alamayan tarikatlar hep isyan etmiştir. Mesela az çok tarih kitabı karıştırmışlar bilir meşhur Şahkulu İsyanını. Şahkulu İsyanı neydi? Şahkulu İsyanı, 1511 yılı Nisan ayında, Şah İsmail'i kurtarıcı olarak kabul eden Şahkulu önderliğindeki Kızılbaşlar tarafından II. Bayezid yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu'na karşı gerçekleştirilmiş bir isyandır.  Şah Kulu Halife, Safevi Tarikatı'nın şeyhi olan Şeyh Haydar'ın müritlerinden Hasan Halife'nin, oğludur. Ya da Şeyh Bedreddin isyanı yine bir şeyh – tarikat isyanı olarak tarihe geçmiştir.

Cumhuriyet’in önündeki en büyük engel tarikatlar

Cumhuriyet kurulurken de birçok isyan gerçekleşmişti. Bunların içinde her zaman olduğu gibi zararlı otlar yani tarikatlar vardı. Herkes bilir Şeyh Said İsyanını. Temelde milliyetçi bir isyan gibi gözükse de şeyhlerin dervişlerin öncülüğündeki bu isyan Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı yapılan ilk büyük isyan olarak tarihe geçmiştir. Ya da bu isyandan 5 yıl sonra meydana gelen Menemen Olayı bir diğer adıyla Kubilay Olayı da şeriat odaklı bir isyan olarak tarihteki yerini almıştır. Cemaate kendini mehdi olarak tanıtan ve dini korumaya geldiklerini söyleyen Derviş Mehmet önderliğindeki isyancı grubu dağıtmak ve isyanı bastırmak için bölgeye gelen yedek subay Kubilay vahşice katledilmiştir. Bunun üzerine bölgede sıkı yönetim ilan edilmiş ve sonrasında isyancı grup hak ettiği gibi idam edilmiştir. Olayın, zamanın Nakşibendi tarikatının lideri Şeyh Esat ve yandaşları tarafından planlanmış ve uygulamaya konulmuş olması tarikatların, şeyhlerin ve dervişlerin ne denli zararlı yapı ve kişiler olduğunun en somut örneğidir.

şeyh said

Günümüz tarikatları ne kadar etkin?

Günümüze yaklaşalım tarikatlar, şeyhler, dervişler hala etkin değil mi? Kurtulabildik mi bu paralel devlet yapılanmalarından? Ne kadar akıllandık 15 Temmuz'dan?

Fettullahçı terör örgütü, bu tabiri belki de ilk kullanan insanlardan birisi Prof. Dr. Necip Hablemitoğlu 26 Ocak 2002'de suikaste kurban gitti. Peki FETÖ kelimesini ilk kullanan kişi Defne Joy Foster 2 Şubat 2011'de hayatını kaybettiğinde, nedeni astım krizine bağlı kalp krizi olarak açıklanmıştı. Aradan yıllar geçtikten sonra hem Necip Hablemitoğlu hem de Defne Joy Foster'in ölümünde FETÖ izlerinin olduğu ortaya çıktı. Peki neydi FETÖ? 1960 yıllarından itibaren devlete sızmaya başlayan Fettullah Gülen nasıl oldu da bu kadar yükselebildi.

özel harp dairesi

Türkiye'de bir süre görev alan Özel Harp Dairesi'nin etkileri olduğu açık. Özel Harp Dairesi, Türkiye'deki komünist harekete karşı ABD tarafından fonlanan bir yapılanmaydı. Devlet kayıtlarında olan ama kimsenin yaptığını bilmediği bir yapılanma. Sonradan kapatıldı tabi ama kapatılana kadar olan olmuştu zaten. 1984 yılı askeri sınavlarıyla orduya ilk sızmalar gerçekleşti. Ya da bu bizim tespit edebildiğimiz ilk sızmalar. Fettullah Gülen kendi anılarında anlatıyor ne kadar rahat askerlik yaptığını. Askerlik yaptığı dönemde imam cübbesi giyip vaaz verdiğini, askeri telsizin başında durduğunu anlatır.

bulent-ecevit-necmettin-erbakan

Hatta bir olay vardır. Belki de Karaoğlan Bülent Ecevit'in en büyük hatalarından birisi. Ecevit 74'te Erbakan ile koalisyon kurduğunda bir af çıkartır. Bu afla birçok insan serbest kalır. Hırlı hırsız kim varsa çıkar. Hapishanelerdeki doluluk oranı bir anda 4'te 1 oranda azalmıştır. Bu aftan yararlanan da biri vardır, Fettullah Gülen. 12 Mart 1971 Muhtırası'nın ardından 3 Mayıs 1971'de TCK'nin 163. maddesinden tutuklandı. 6 ay tutuklu kaldıktan sonra 9 Kasım 1971 tarihinde tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. 20 Eylül 1972'de hüküm giydi. Az önce bahsettiğim 74 genel affı sayesinde yargılanması sona erdi.

kenan evren

Gülen'in başı her darbe muhtıra dönemi derde girse de bir şekilde kaçtı ya da şansı yaver gitti. 80 darbesi sonrası hakkında yakalama kararı çıksa da Anadolu'ya kaçtı. 1986 yılında yapılan bir Bakanlar kurulu toplantısı sonrası dönemin Cumhurbaşkanı Kenan Evren, Gülen hakkında "Fethullah Hoca isimli bir adam türedi. Bana, Atatürk'e ve tüm ilericilere küfrediyor. Yakalandı, mahkemeye verildi. Fakat mahkeme kendisini serbest bıraktı. Ayrıca ortalıkta Mahmut Hoca diye bir şahıs daha görülmeye başladı. Mahkeme onu da serbest bıraktı. Bu gelişmeler, bu gibi mürtecileri cesaretlendiriyor" ifadelerini kullandı.

28 Şubat’a tarikat etkisi

Türkiye 90'lı yıllarda birçok sansasyonel olay yaşamış, halkın iktidara olan güveni yer yer sarsılmıştır. Hele ki 1995 seçimleri sonrası 28 Haziran 1996 yılında kurulan RefahYol Hükümetine karşı hiçbir zaman güven duyulamadı. Üniversite ve iş çevreleri, yan yana gelmez denilen sendikaları bile birleştirmiştir. Ama bu iktidardan asıl rahatsız olan bir kesim vardır, Türk Silahlı Kuvvetleri. Bu saydığım gruplar Doğru Yol Partisi'nden ziyade laiklik konusunda Refah Partisi'ne hiç güvenmediklerini sık sık dile getirmiş hatta eylemler yapmıştır.

refahyol

Halkın çoğunluğunun oyunu alan Refah Partisi neden sevilmiyordu? Bu nefretin sebebi Refah taraftarlarının mitinglerde yaptığı 'Şeriat isteriz, kahrolsun laiklik' tezahüratları olabilir mi? Ya da Refahlı milletvekilleri ve belediye başkanlarının açık açık Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurucu Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'e, annesi Zübeyde Hanım'a, kardeşi Makbule Atadan'a küfretmeleri olabilir miydi? Refah Partisi her ne kadar çoğunluk oyunu alsa da karşısında da bir o kadar cumhuriyet ve laiklik destekçisi vardı. Halk Refahlılar'ın bu hareketlerini irticai faaliyet olarak adlandırıyor ve her hamlelerinden tedirgin oluyordu.

iftar

Bir olay vardır bardağı taşıran son damla. Dönemin Başbakan'ı Erbakan, Başbakanlık Konutu’nda bir iftar yemeği düzenledi. Devlet geleneğinde vardır bu tarz davetler, yemekler. Ama asıl konu iftar yemeği düzenlenmesi değil, davetlilerdi. Erbakan bu iftar yemeğine dönemin tarikat liderlerini ve şeyhleri çağırmıştı. Tabi ki bu haberin duyulması ülkede bomba etkisi yarattı. Atatürk ve arkadaşlarının kuruduğu laik cumhuriyet tarihinde ilk kez Başbakanlık Konutu’nda sarıklı, cübbeli insanları ağırlanıyordu. Bu kabul edilemezdi. Nitekim bu davetten birkaç gün sonra dönemin Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan kendi partisinin içinde bulunduğu koalisyonu eleştirerek, Refah Partisi'ne cumhuriyetin temel ilkeleri konusunda güvenmediğini dile getirmişti.

28 şubat 2

Bütün bu olaylar sonucunda 28 Şubat 1997 yılında gerçekleştiren MGK Toplantısı'nın konusu irtica oldu. Bu toplantıdan birkaç gün önce dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya'nın “İrtica, PKK'dan daha tehlikelidir” sözü hala akıllarda.  MGK Toplantısına Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlık etmişti. Toplantıda hükümet kanadını Başbakan Erbakan, Başbakan Yardımcısı Çiller, İçişleri Bakanı Akşener, Savunma Bakanı Tayan temsil ederken asker kanadını ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman oluşturuyordu. Toplantı sonrasında asker kanadı isteklerimiz yapılmazsa istemediğimiz şeyler yapmak zorunda kalabiliriz açıklamasında bulunacaktı. 

28 şubat

Laik cumhuriyetin bekçisi olan TSK’nın istekleri şu şekildeydi;

  1. 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmeli.
  2. Kur'an kursları Diyanet İşleri Başkanlığına bağlanmalı, kaçak kurslar önlenmeli.
  3. Tarikatların faaliyetlerine son verilmeli.
  4. Kılık kıyafet yasası ödünsüz olarak uygulanmalı.
  5. Yeşil sermayeye kısıtlama getirilmeli.
  6. İrtica nedeniyle ordudan atılanları savunan ve orduyu din düşmanıymış gibi gösteren medya kontrol altına alınmalı.
  7. Tevhid-i Tedrisat uygulanmalı.
  8. Kurban derileri derneklere verilmemeli.
  9. Atatürk aleyhindeki eylemler cezalandırılmalı.

Aslına bakıldığında cumhuriyet evlatlarını hiç de rahatsız etmeyecek bu istekler o dönem ve sonrasında muhtıra ya da postmodern darbe olarak adlandırıldı. 28 Şubat sonrasında dönemin Cumhuriyet Başsavcısı Vural Savaş Refah Partisi'ni kapatma davası açacak ve laiklik karşıtı eylemleri sebebiyle parti kapatılacaktı.

dinler arası diyalog

Bu dönemin bir diğer etkin ismi de Türkiye'nin en büyük belalarından birisi olan Gülen'de oldukça hareketli geçiriyordu. Gülen, dinler arası diyalog adı altında Papa'yla ve diğer din mensuplarıyla görüşüyordu. 28 Şubat'ın etkisiyle kendisine yine bir yakalama kararı geleceğini bilen Gülen 1999 yılında sağlığını bahane ederek ABD'ye kaçtı. Gülen'in kaçışından 2-3 yıl sonra Türkiye'de iktidar partisi değişecek ve Gülen'e methiyeler düzülecekti.

mit

Ta ki 7 Şubat 2012 MİT Krizi'ne kadar. Bu tarihten sonra mevcut iktidar ve Gülen'in arası açılacak ve 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimine giden yolun önü açılacaktı. Darbe girişiminden bu yana tam 7 yıl geçti. 7 yılda birçok kurumda FETÖ temizliği yapıldı. 3 Temmuz Şike Kumpası'nı, Balyoz ve Ergenekon Davaları'nın açılma ve yürütülme sebebinin FETÖ olduğu açıklandı ve günah çıkarıldı. 15 Temmuz darbe girişimini engelleyenlerin başında gelen Ömer Halis Demir'e darbeci Semih Terzi'yi vurma emrini veren Genelkurmay Özel Kuvvetler Komutanı Zekai Aksakallı geçen günlerde bir televizyon kanalında o geceyi anlattı. O geceye dair suskunluğunu bozmasının sebebi olarak ise FETÖ'nün halen etkin olduğunu düşünmesiydi.

tutuklama-1

Tarikatlarla mücadelede neredeyiz?

Peki ne geçti elimize 7 yıl sonra hala daha tarikatlara, cemaatlere, şeyhlere güvenmememiz gerektiğini öğrenemedik mi? Neden hala bu yapılara izin veriyoruz? Neden hala Tıp Fakültesi öğrencisi Enes Kara'nın Nur cemaatine bağlı bir evde baskılardan bunaldığı intihar etmesine rağmen çocuklarımızı bu yapılardan korumuyoruz? Neden geçtiğimiz günlerde ölen Menzil tarikatı cenazesinin bir irticai hareket gibi gözükmesine engel olamıyoruz? Kurumlarımızın bu tür cemaatlerin, tarikatların ele geçirmesine karşı etkin olarak çalışıyor muyuz? Birçok soru var aslında akıllarda zamanla hepsinin cevabını öğreniriz diye umuyorum. Türk futbolunun efsane isimlerinden Aykut Kocaman'ın söylediği “Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır” sözüne umut bağlıyorum belki de.

fevzi çakmak

Gazi Paşa'nın bu ülkeyi kurduğunda geleceğimizin aydın olması için, çağdaşlaşmamız için yaptığı devrimlerine sahip çıkmamız gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1. Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak'ın tarikatlarla ilgili çok güzel bir sözü vardır; “Cemaat ve tarikatlar, Haçlıların Anadolu’da kurdukları ileri karakollardır” der Paşa. Haklıdır da aslında dış güçlerin bu topraklarda hakim olmak için kurdukları yapılardır bunlar. Gazi Paşa ne güzel demiş; “Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti; şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz” olmamalıdır da zaten. Gerici düzen değil çağdaş düzeni benimsemeliyiz, yılmadan, usanmadan.

Son olarak Mustafa Kemal Atatürk'ün de dediği gibi bu düşünceye sahip herkes ve her şeye rağmen “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.”