Uzun süredir beklenen açıklama geldi ve PKK silah bıraktı. Bıraktı da nasıl bıraktı? Neye karşılık bıraktı?
Şubat ayında terör örgütünün bebek katili sözde liderinin yaptığı çağrının ardından iktidar ve muhalefetten sürece dair sık sık açıklamalar duyduk. Herkes terörsüz Türkiye, barış ve savaşın son bulması üzerine sözler söyledi. 12 Mayıs itibariyle de sözde kongre toplantısından çıkan sonuç açıklandı. Yapılan açıklamada terör örgütünün silah bıraktığına vurgu yapıldı. Bir anda insanlar ikiye ayrıldı. Bu durumun gerçek olmadığını bilenler ve sözde barış seviciler olarak. Yaklaşık 10 yıl önce mevcut iktidar tarafından hayata geçirilen ve adına çözüm süreci denilen günlerde malum terör örgütü ile karşılıklı ateşkeste anlaşılmıştı. Ancak ilerleyen yıllarda bu ateşkes sürecinin PKK’nın şehirlerde yeniden yapılması için kullanıldığı hatta bu yapılanmaya örgütle uzantılı çalıştığı sürekli gündeme gelen bir siyasi parti de açık destekleri sonradan gün yüzüne çıkmıştı. Silah bırakıldığı dönemde şehit verilmemiş ama bu süreçte terör örgütü belediye ekiplerini ve ekipmanlarını kullanarak şehirlere hendekler kazmış EYP’ler yerleştirmişti. Ateşkesin bozulmasının ardından şehir yapılanmasını sayesinde terör örgütü büyük bir avantaj yakalamış ve 700’den fazla vatan evladı hendek operasyonlarında hayatını kaybetmişti. Asker, polis, korucu, öğretmen, doktor, mühendis ve daha niceleri bu süreç sonrasında şehit edilmiş, devletin medeniyet götürme çabaları ihanetle son bulmuştu.
PKK mı silah bıraktı yoksa KCK mı?
Gelelim günümüze. PKK yeniden silah bıraktığını ve organizasyonu feshettiğini açıkladı. Peki bizim asıl sorunumuz PKK mı? Bu bölücü grup PKK’dan mı ibaret? Asıl sorun PKK’nın ana çatısı olan KCK yani bebek katilinin başında olduğu organizasyon içerisinde yer alan PYD, PJAK gibi sınır ötemizdeki diğer silahlı terör örgütleri de silah bırakacak mı? Yani PKK mı feshedildi yoksa KCK mı? Bildiriyi açıklayan teröristlere baktığımızda feshedilen ana örgüt değil bunun Türkiye’deki uzantısı feshedildi. Yani Türkiye’de terör bitirilmedi, miş gibi gösterildi. PKK’nın elindeki mühimmatlar kime devredilecek. Bunlara TSK mı el koyacak yoksa YPG gibi yandaş örgütlere peşkeş mi çekilecek? Şu anda dağda teröristçilik oynayanlar ne yapacak? Türkiye’ye mi yerleşecekler? Biz onlara burada umut hakkı adı altınta vergilerimizle gelecek mi inşaa edeceğiz? Yoksa onlar bunu ilk çözüm sürecinde olduğu gibi yeniden yapılanma, kadrolara sızma ve örgüte yeni teröristler yetiştirmek için mi kullanacak? Sorusu çok bir yazı ve dönem bizleri bekliyor. Yargılama süreci kafaları karıştıran bir diğer nokta. Aslında bu silah bırakma ilüzyonu birilerini oldukları hücreden çıkarmak için pazarlık konusu mu yapıldı bunu ilerleyen günlerde göreceğiz.
Lozan kırmızı çizgimiz
Bu sürecin ve silah bırakmanın yeni bir Türkiye dizayn etmek için kurgulandığı aslında bildiri metninde açıkça göze çarpıyor. Bildiride yer alan ‘Lozan öncesi Türkiye’ ifadesi bu topraklara emperyalist ve işgalci toplumların dayattığı, sevgili padişahımızın da kendi tahtını kurtarmak için imzaladığı Sevr Anlaşmasına dönülmesi yönündeki çabaları gözler önüne serildi. Hepimiz terörün bitmesini, bombaların patlamamasını, şehit vermemeyi istiyoruz ama bunu yaparken Lozan gibi Anayasa’nın ilk 4 maddesi gibi ya da 66. Maddeden gibi, Mustafa Kemal Atatürk gibi Cumhuriyet gibi değerlerden taviz veremeyiz. Türk Devleti teröristlerle anlaşma yapmaz, onlarla masaya oturmaz. Son yıllarda bu algı yıkılmaya çalışılsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti Şubat 1999’da olduğu gibi gider saklandıkları inlerden alır, getirir ve Yüce Türk Yargısı’na teslim eder.
Suçlusun, çünkü Türksün!
Bu süreç daha başlamadan Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ süreci baltalayacağı düşüncesiyle tutuklandı. Aylarca iddianamesi hazırlanmadan cezaevinde tutuldu. Sonra birkaç yatarı olmayan suçlamayla süreç uzatıldı, mahkeme tarihi alakasız tarihlere verildi. Özdağ, Kaşif Kozinoğlu gibi suikaste uğramamak için ekstra çaba gösterir hale geldi. Sonrasında muhalefetin Cumhurbaşkanı Adayı Ekrem İmamoğlu tutuklandı. Peki bu süreçte ne oldu? Özdağ tutuklandığında bununla alay eden bazı sözde muhalifler İmamoğlu sonrası “Susma sustukça sıra sana gelecek” diye slogan atmaya başladı. Eğer Özdağ tutuklandığında susulmasaydı bugün İmamoğlu da tutuklanmazdı. Sindirme politikası da boşa düşerdi. Milliyetçi kesim İmamoğlu’na da sahip çıkarak günlerce Saraçhane başta olmak üzere ülkenin dört bir yanında sokakta adalet mücadelesi verdi. Bu süreçte Imamoğlu’na destek vermeyen iki cephe vardı: iktidar ve DEM Parti. İmamoğlu için halk sokaktayken DEM Parti sarayda bebek katiline umut hakkı için kapı aşındırıyordu. Bunu fark eden İmamoğlu adını söylemekten hep korktuğu ve sürekli sadece ‘millet’ ifadesini Yüce Türk Milleti olarak değiştirdi. Başta CHP lideri Özgür Özel dahil olmak üzere ana muhalefet de DEM’den uzaklaştı ve milliyetçilere yaklaştı. Bu CHP’nin oy alamadığı neredeyse tek grup olan Atatürk milliyetçilerini de saflarına çekmeye çok yakındı. Ta ki bu silah bırakma sürecine kadar. Önce Özel ardından İmamoğlu bir anda bu süreci kırmızı çizgilerini belli etmeden, ince ayrıntılarına bakmadan alkışlamaya başladı. Tabi ki her zaman olduğu gibi bu duruma CHP içinden farklı sesler de yükseldi. Bu isimler ABB Başkanı Mansur Yavaş ve Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan oldu. Her ikisi de sürecin gerçekten uygulanabilir olmasını temenni etseler de Lozan öncesi Türkiye’ye dönülmesine tepki gösterdi. CHP içerisinden yükselen bu seslerin ardından Özgür Özel de bugün Lozan'ın kırmızı çizgileri olduğunu açıkladı. Muharrem İnce, Hüseyin Baş gibi muhalefet liderleri de bu duruma tepki gösterirken CHP ve Kılıçdaroğlu sayesinde TBMM’de yer alan Davutoğlu hemen AK Parti’ye yakınlaşmak için hakkını helal etti. Bu sürecin şeffaf, adil, gerçekçi ve kırmızı çizgiler ışığında gerçekleşmesini isteyenlerse süreci baltalamakla suçlanıyoruz. Bir gazetecinin “BaĞzılarına 'barış'ı beğendiremiyoruz” gibi alaycı söylemi de ayrı bir nokta. Kemalizm ve Atatürk düşmanlarının hedefi haline gelenlerin tek suçu ise Türk ve Atatürkçü olması.
Şehitlerin kanı ellerinizde
Eğer ki adil bir yargılanma olmaz ve pişmanlık yasası gibi saçmalıklarla bu hainler bizlerin arasına karıştırılmaya kalkılırsa 1984’ten beri kaybettiğimiz binlerce şehidin elleri iki cihanda da yakanızda olur. Aybüke öğretmenin, Önder Özen’in kızının ve daha nicelerinin asil kanını ellerinize bulaştırmış olursunuz. Hepimizin tek isteği terörsüz bir ülke ama bundan önemlisi bunun nasıl yapıldığı.
En kötü barış savaştan iyidir yalanı
Bazılarının dediği gibi en kötü barış savaştan iyi değildir çünkü kötü barışlar daha büyük savaşları ve kayıpları doğurur. Tarihe baktığınızda bu büyük savaşların iyi ve kötü sonuçları olmuştur. Sevr imzalandığı ve ülkemiz işgal edildiği için Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa buna iyi bir örnekken, Versay imzalandığı için 2. Dünya Savaşı’nı çıkaran Hitler kötü bir örnektir. Barışta karşınızdakinin istedikleri değil sizin istedikleriniz önemlidir. Teröristle pazarlık yapılmaz hesap sorulur. Hesabını sorun, akan her damlanın hesabını sorun. Devlet olan biziz onlar değil. Onlar eli kanlı terör örgütü. Bunun bilinciyle hareket edin. Türk Milletini kimseye ezdirmeyin.
100 Yıl Öncesinden Geleceği Görmek: Gençliğe Hitabe ve Bursa Nutku
Gazi Paşa’nın 1927 yılında yayımlanan Nutuk’ta yer alan Gençliğe Hitabe ve 1933’te Bursa’da yaptığı konuşma olan Bursa Nutku bugüne ışık tutuyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün neredeyse 100 yıl önce yazdıkları ve söyledikleri bugün bile geçerliliğini koruyor ve sorumluluğu her daim iftihar ve büyük bir gururla seslendiği Türk Gençliği’ne veriyor. X, Y, Z diye ayrıştırılan, hor görülen gençler dün, bugün ve yarın bu ülkenin hakkını savunmak için harekete geçmekten hiç korkmadılar, korkmayacaklar. Son olarak Ey Türk Gençliği birinci vazifeni hatırla!