Sayfamızın adı gibi bugün elimden geldiğince “Toprağın Sesi” olmaya çalışacağım. Biraz gecikmeli oldu ancak 5 Aralık Dünya Toprak Günü’ne özel ülkemizdeki toprağın durumunu incelemek isterim. Toprağın insan sağlığı ve doğal hayatın devamı üzerine etkilerine dikkat çekmek amacıyla Uluslararası Toprak Bilimleri Birliği tarafından, 5 Aralık günü Dünya Toprak Günü olarak kabul edilmiştir. 2013 yılında ise Birleşmiş Milletler (BM) 68. Genel Kurulu'nda, Gıda ve Tarım Örgütü'nün (FAO) talebiyle, 5 Aralık Dünya Toprak Günü olarak resmen kabul edilmiştir.

*
Hem Dünya Kadın Hakları Günü hem de Dünya Toprak Günü olan 5 Aralık’ta sivil toplum örgütleri, alanında uzman kişiler bu gün çeşitli etkinliklerle yaşanan sorunlara karşı farkındalık oluşturmaya çalıştı. Kadınların yaşadığı hak ihlali gibi toprak ana da hak ihlali yaşıyor. Özellikle kentleşme, artan nüfus ve küresel ısınma toprak ananının gücünü her geçen gün tüketiyor; toprak ana verimsizleşiyor. Toprak ananın yaşadığı bu sorunu gidermek amacıyla uluslararası arenada çeşitli sözleşmeler, protokoller imzalandı. Bunlardan biri de Kyoto Protokolü… Küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik imzalanan bu protokolle ülkeler; karbondioksit ve sera etkisine neden olan diğer beş gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa karbon ticareti yoluyla haklarını artırmaya söz vermişlerdir. Protokol, ülkelerin atmosfere saldıkları karbon miktarını 1990 yılındaki düzeylere düşürmelerini gerekli kılmaktadır. 1997'de imzalanan protokol, 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Kyoto Protokolü şu anda yeryüzündeki 160 ülkeyi ve sera gazı salımının yüzde 55'inden fazlasını kapsamaktadır. 
Ülkemizde ise kişi başı sera gazı salınımı yaklaşık 6 tondur. Bu oran OECD ortalamasının 1/3'ü, Avrupa Birliği ortalamasının 1/2'si kadardır. Türkiye'nin küresel ısınmaya katkısı son 150 yılda yüzde 0.04 oranındadır. Yani anlayacağınız bugün gelinen noktada hem dünyaya hem de ülkemiz topraklarına yanlış uygulamalar, kar hırsı ve tüketme arzumuz nedeniyle zarar verenler arasındayız. 


Özellikle dünyada stratejik bir değer kazanan tarım için de toprak büyük önem arz ediyor. Ancak bu stratejik değerin uygulanabilir olması için gerekli olan toprak, kentleşme ve kuraklık gibi nedenlerden yok oluyor. Ki ekonomik krizle beraber ülkemizde tarımsal girdi fiyatlarının yükselmesi ile çiftçinin emeğinin karşılığını alamaması, toprağın yok olmasına zemin hazırlıyor. Geçim ve üretim zorluğu nedeniyle toprağını terk eden çiftçiden geriye; villalar, lüks siteler kalıyor. Sar başa, dön dolaş hep aynı konuyu konuştuğumuz bu günlerde doğru bir planlama ile harekete bir an önce geçilmez ise uygun fiyata ulaşılabilir gıda bulmamız çok zor olacak. 


Her konuştuğum çiftçi, “Betonun yenilecek bir şey olmadığını anladıklarında çok geç olacak” diyor. Doğru da söylüyorlar… Tarım arazilerini yapılaşmaya açanlardan, buna göz yumanlara kadar herkes gelecekteki gıda krizinin sorumlusu olacaklar.