Dünyada sulak alanlara yönelik ilk uluslararası sözleşme 1971 yılında İran’ın Ramsar kentinde Ramsar Sözleşmesi adıyla imzaya açılmıştır. Bu anlaşmayla birlikte özellikle su kuşlarının yaşama alanı olarak belirlenen kriterlere uyan sulak alanlar koruma altına alınmaktadır.

Ramsar Sözleşmesi sulak alanları “doğal ya da yapay, sürekli ya da mevsimsel, tatlı, acı ya da tuzlu, durgun ya da akan su kütleleri, bataklıklar, turbalıklar ve gelgitin çekilmiş anında derinliği altı metreyi aşmayan deniz suları” olarak tanımlamakta! Ramsar Sözleşmesi kriterlerine göre Türkiye’de 200’e yakın alan uluslararası öneme sahip sulak alan olarak tespit edilmiştir. Ancak sözleşme kapsamında sadece 14 sulak alan var. Bunlar şöyle: Manyas Kuş Gölü, Akyatan Lagünü, Gediz Deltası, Göksu Deltası, Kızılırmak Deltası, Kızören Obruğu, Burdur Gölü, Kuyucuk Gölü, Seyfe Gölü, Uluabat Gölü, Meke Gölü, Sultan Sazlığı, Yumurtalık Lagünü ve Nemrut Kalderası.

Son kırk yıl içinde ülke sınırları dahilindeki sulak alanların yarısı yok oldu. Bu da Marmara Denizi kadar büyüklükte bir su alanına denk düşüyor. Konya Kapalı Havzası’nda aşırı sulama ve yanlış alt yapı projeleri nedeniyle sulak alanların yüzde 65’i yok oldu. Tuz Gölü tamamen yok olmak üzere. 1 milyon 400 bin hektarlık doğal sulak alanın kaybedildiği dikkate alındığında, Türkiye’de 2030 yılında doğal sulak alanların neredeyse tamamının yok olması bekleniyor.

Ülkemizde sulak alanların korunması amacıyla yayımlanan tek yönetmelik, sulak alanların korunması yönetmeliğidir. Sulak alanların korunması yönetmeliği ilk kez 30 ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Daha Sonra 2005, 2010 yıllarında revizyona uğramış ve en son 4 Nisan 2014 tarihinde Orman ve Su Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır. Bu yönetmelikle, ilk kez “kontrollü kullanım bölgesi” tanımı getirilmiş ve bu alan içinde yer alan tesislere ekolojik değerlendirme raporu hazırlattırılarak Orman ve Su Bakanlığı'nca izin vermenin önü açılmıştır. Bu durum genel anlamda sulak alanların korunması açısından negatif bir durum yaratırken,bakanlık bir yandan da Atatürk Organize Sanayi Bölgesi içinde yer alan tesisleri de zor durumda bırakmıştır. Bir önceki yönetmeliklerde özel hüküm bölgesinde kalan ve izne tabi olmayan AOSB'deki fabrikalardan, şimdiki yönetmeliğe göre 100'den fazlası, izne tabi duruma düşmüş ve daha da kötüsü henüz ulusal sulak alan komisyonunca kontrollü kullanım bölgesi sınırları belirlenmediği için nasıl bir izin prosedürüne tabi olacakları da netleşmemiştir. Yani şu anda Gediz Deltası içinde yer alan AOSB içindeki bu tesisler 1 Nisan 2016'ya kadar, sulak alan izin belgesi alamazlarsa faaliyetlerine son verilme durumu ile karşı karşıya kalacaklardır. Bu sanayi tesisleri tarafından bakıldığında sorunun bir yüzü!

Diğer taraftan ise sulak alanlarda düzenlenecek ekosistem değerlendirme raporu ile bugüne kadar yanlış yer seçimi sonucu kurulmuş yapıları da koruyup kollama riski ise, olayın sulak alan tehdidi anlamında diğer yüzü!

Doğru planlama, teknik ve bilimsel kriterlere göre objektif hazırlanmış ÇED raporları hatta stratejik ÇED raporları hazırlanarak, organize sanayi bölgelerinin, sanayi bölgelerinin ve tesislerin doğru yer seçimlerinin yapılmasını 30 senedir savunurum, işte size ben yaptım oldu zihniyetinin sıkıntıları!