Yıllardır beğeni ile izlediğim Cumhuriyet yazarı Orhan Bursalı blog yazısında “Yaşanan savaşlar, katliamlar, işkenceler insanoğlunun biyolojik içgüdülerinden, sahip olduğu haz ögesinden mi kaynaklanıyor?” diye sormuş. “Eğer böyleyse; uygarlık, kardeşlik, birliktelik üzerine ütopyalar inşa edenlerin işleri neredeyse olanaksız” yorumunu yapmış ve eklemiş:
“Bana bir ışık gösterin, köleniz olayım!”
Türkiye’de bilime önemli katkı yapan Sayın Bursalı’yı aydınlatacak, birazcık umut aşılayacak bir şeyler buldum, sanırım.
İnsanın doğasını anlamak için hayvanlara bakmak gereğini, psikolojiye ilgi duyan, hayvansever bir tıp öğrencisiyken okuduğum Desmond Morris’in ‘Çıplak Maymun, İnsanat Bahçesi, Sevmek Dokunmaktır’ gibi kitaplarından öğrenmiştim. Morris’e göre ‘tüylerini kaybetmiş bir maymun’ idi, insan…
Frans de Waal adlı Hollandalı primatoloğun internetteki 20 dakikalık TED sunusu, bu kitapları anımsatmasının yanında, Sayın Bursalı’nın aradığı ‘ışığı’ silik de olsa fark etmemi sağladı. Videoda birbirini görebilen bitişik kafeslerde yer alan iki kapuçin maymununa taş karşılığında salatalık verildiğinde, her ikisi de ses çıkarmadan yiyor. Ancak, birinciye üzüm, ikincisine salatalık verildiğinde, aynı taş karşılığında birincinin üzüm aldığını görmüş olan maymun sinirlenip, salatalığı fırlatıyor ve kafesini sarsarak isyan ediyor. Bu tepkiyi bizim Gezi Direnişi’nin atası olan ABD'deki Wall Street Direnişi'ne benzeten de Waal’e göre, insanlara özgü olduğunu düşündüğümüz empati, işbirliği, diğerlerinin iyiliğini düşünme, eşitlik ve karşılık verme gibi birçok ahlaki özellik, hayvanlarda (dolayısıyla insanın doğasında da) mevcut...

De Waal’in yaktığı bu ışık, şempanzelerle çalışan ekip arkadaşı Sarah F. Brosnan'ın bir araştırmasının sonuçlarını okuduğumda iyice parlaklaştı. Araştırmada, grup arkadaşlarına sadece havuç verildiğini gören şempanzelerin önemli bölümü, çok sevdikleri üzümü almayı reddetmişler...
Bunun anlamı şu: “Haksızlığa uğrayan arkadaşını gören bir hayvan, eşitsizlikten karlı çıksa bile, durumun adil olmadığını fark edip, ödülünden vazgeçebiliyor.”
Siyah ve beyaz iki köpeği sürekli birbiriyle kavga eden Bilge Kızılderili’nin öyküsünü bilirsiniz. “Sonunda hangisi yenecek?” diye soranlara “Hangisini daha çok beslersem, o” yanıtını verir.
Söylemek istediğim, genlerimizde adalet, merhamet, empati, başkalarına yardımcı olma gibi özellikler taşıyan beyaz bir köpek; yıkıma yol açan nefret, şiddet, bencillik gibi ögeler taşıyan bir siyah köpek bulunduğu…
‘Uygarlıklar (medeniyetler) çatışması’ gibi safsatalar icat ederek, sadece siyah köpeklerin yediği mama üreten fabrikalar kuruyor bazıları… Ve bizler bu mamalarla çocuklarımızın içindeki siyah köpeği besliyoruz. Sadece ‘bizim gibi’ olanları sevmesini öğretiyoruz; beyinlerini yıkayarak, aynı dine, mezhebe, ırka veya dile sahip olmayan ‘öteki’lerden nefret etmelerine yol açıyoruz.
Çözüm, siyah köpekleri besleyen fabrikaları ortadan kaldırıp, beyaz köpek maması üreten fabrikalar kurmakta: ‘Yurtta barış, dünyada barış’
Sayın Bursalı’yı aydınlatacak son ışık demeti, neredeyse hiçbir öngörüsünde yanılmamış olan Mustafa Kemal Atatürk’ten:
“Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak; yerlerini uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı egemen olacaktır.”