Behçet Emdi, öğretmen.
Seyfettin Yiğit, Cumhuriyet savcısı.
İsmail Çakmak, yarbay
Mustafa Güneyler, öğretmen.
Ahmet Beşli, emniyet amiri.
Hakkı Topal, polis memuru.
Enver Şentürk, infaz koruma memuru.
Hasan Taştan, imam.
Emrah Oğuz, polis memuru.
Necmi Akman, kaymakam.

***

Kimilerine göre sayılar ve isimler sadece.
Kimilerine göre ise evlerinin direği.
Kimilerinin eşi, kimilerinin babası, ağabeyi ya da bir akrabası.
Son sayı yirmi bir olmuştu.
Artar diye korkanlardanım...

***

Kim bu isimler?
Darbe girişimi sonrasında çeşitli suçlamalar ile gözaltına alınan ve “yaşadıkları durumu kaldıramayıp” intihar etme yolunu seçenler.
Birer gazete haberi olarak geçip gittiler yaşamımızdan.
Seçtikleri yolun doğru olup olmadığını değerlendirmek bana düşmez, ancak kalanların çektiği ve çekeceği sıkıntıları düşünmek bile insanın moralini bozuyor.
Peki farkında mıyız?
Hiç sanmıyorum...

***

Öyle bir kaos ortamı yaratıldı ki, ne gerekçe ile olursa olsun, gözaltına alınan kişi hakkında olumlu bir tümce kurmak “darbeci ve hain” damgası yemenize neden oluyor.
Önce açığa alınıyorsunuz, birkaç hafta sonra “pardon” denilerek göreve iade ediliyorsunuz.
Siyasi görüşünüzün hiçbir önemi yok.
Gözaltına ya da açığa alındıysanız, tıpkı olumlayan tümceler kuranlar gibi “darbeci ve hain” olarak yaftalanıyorsunuz.
Yarın mahkeme karşısına çıkıp beraat etme olasılığınız, masumiyet karinesi falan hak getire.
Toplum için tehlikeli hatta cüzzamlı gibisiniz.
Korkunç bir psikolojik baskı...

***

İçeride mahkeme karşısına çıkmayı bekleyen gazeteci tanıdıklarım var.
Bir kısmının çekinerek de olsa avukatlığını yapmayı “kabul eden” isimlerle görüştüm. Dosyayı, suçlamaları görebilen neredeyse yok gibi. Hepsinde “kısıtlama” kararı var.
Hepsi, mahkeme karşısına çıkacakları ve suçlarının “yüzlerine okunacağı” günü bekliyor.
İçlerinde öyleleri var ki, daha önce yazmıştım. İktidar partisinin milletvekili adayının şikayet dilekçesi üzerine sadece ve sadece “haber yaptığı” için tutuklandı.
Kimseye derdini anlatamadan içerideler yani...

***

Ben bile bu tümceleri yazarken kılı kırk yarıyorum.
En cesur halim bu aslında...
Korkaklığın geldiği nokta, satır aralarına bakarlar mı endişesi öyle bir hale getiriyor ki, neredeyse olan bitene “gündüz vakti göz kapamamız” isteniyor...
Ete süte dokunmadan yazmak kadar korkunç bir “işkence” olamaz sanırım.
Bir yanda savunma hakkına duyulmayan öfke birikimi, diğer yanda “darbeci ve hain” damgası yeme korkusu.
Bu günler de geçecek...
Kimimize içeride, kimimize dışarıda dayatılan “korkunun” sonrasında oturup yeniden konuşacağız.
Belki bir “özür” borcumuz olacak.
En çok kendi vicdanımıza...