Önceki gün yayınlanan 678 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile alışıldık sahneler yaşandı. Birileri işinden oldu, işyerlerine kilit vuruldu, kayyıma devredildi.
Sıradanlaştığı için korkutucu.
Sıradanlaştığı için endişe veriyor.
Bizlerin rakam ya da isim olarak gördüğümüz binler, aslında kararan ocaklar, yıkılan umutlar ve bir daha nasıl toparlanacağı belli olmayan toplumsal depresyonlar yaratıyor.
Olağanüstü Hal ve ona dayanarak çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler aslında sadece kapsadığı dönemi içermek zorunda. Bu bir anayasal zorunluluk. Oysa öyle düzenlemeler yapılıyor ki, adeta olağanüstü hal bittikten sonra bile hepimizin hayatını baştan sona etkiliyor.

***
İşte bunlardan sonuncusu...
678 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 35 maddesi...
Düzenlemeye göre; 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 63'üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirildi.
“(1) Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt; genel sağlığı veya millî güvenliği, büyükşehir belediyelerinin şehir içi toplu taşıma hizmetlerini, bankacılık hizmetlerinde ekonomik veya finansal istikrarı bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar.”

***

İlk bakışta sorun çıkarmayacak bir düzenleme gibi görünse de, Bakanlar Kurulu'na öylesine yetkiler veriliyor ki, zaten kuşa çevrilen emekçi hakları ve onun doğal sonucu olan grev, artık hiç yapılamayacak hale geliyor. Genel sağlık ve milli güvenlik adı altında, bugüne kadar öylesine grevler ertelendi ki, emekçiler resmen doğrandı. Şimdi bununla yetinmeyen iktidar, bir yandan teşviklerle, vergi indirimleriyle patronlara devletin hazinesinin kapılarını sonuna kadar açarken, emekçilere sığabilecekleri aralık bile bırakmıyor.
Belli ki son düzenlemenin temel gerekçesi, Devlet Demir Yolları ile İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortaklığı olan İZBAN'da bir hafta süre ile yaşanan grev. İktidar bu grevden yola çıkarak, ama aslında kayyım atadığı Güneydoğu'daki belediyelerin çalışanlarına gözdağı veriyor. Öyle ki, “greve çıkamazsınız” emrini kararnamenin satır aralarına yerleştiriyor.

***

Emekçiye “yasak” koymak için her yolu deneyen iktidarın, patronlar içinse sınırları sonsuz. İhale yasasında yapılan yüzlerce değişiklik yetmezmiş gibi, özellikle de “doğrudan alım” şartlarını öylesine genişletiyor ki, denetleyememeyi, adam kayırmayı “normal” hale getiriyor. Sosyal Güvenlik Kurumu, faaliyet raporu yayınlayamadığı için Sayıştay denetleme yapamıyor. Emekçilerin işsiz kaldığı zamanda desteği olacak “işsizlik fonu” ise çarçur ediliyor.

***

Benzeri kararnameler ile emekçilerin işyerlerine atanan kayyım aracılığı ile tazminatsız işten çıkarılmaları o kadar kolaylaşıyor ki, zaten “taşeron” gibi garabetin altında ezilen emekçiler, adeta köle durumuna düşürülüyor. Aynı kayyımlar, belediyelerin yaptığı ihaleleri gerekçe göstermeden iptal edebiliyor. Peki o işverenlerin yanında çalışan emekçiler ne olacak? İşte onu bilen bile yok... Belediyelerle iş yapan yüklenicilerin hak ve alacaklarına el konulabiliyor ve bunun için neredeyse hiç itiraz edemiyorsunuz...
Olan biten dikkatimizi çekmiyor.
Ve ne tuhaftır ki, “aksayan belediye hizmetlerinin sürdürülmesinin de başka belediyelere verilmesi” artık normalleştiriliyor. Üstelik bunu yapmak için “belediye meclis kararına gerek olmaksızın İçişleri Bakanı'nın izni” yeterli görülüyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ardından belediye meclisleri de işlevsiz hale getiriliyor.
Bütün bu olup bitene karşı DİSK Genel Başkanı Kani Beko diyor ki:
“Anayasayı askıya alan, grev hakkını gasp eden, sendikalaşma ve her türden örgütlenme hakkını engelleyen, seçilmişleri tutuklayarak yerlerine atanmışları getiren, medyada tek sesliliği hakim kılan ve gazetecileri hapse atan, üniversitelerde özgür düşünceyi yok eden tüm darbelere karşı olan ve daima demokrasiyi savunan DİSK olarak bir kere daha altını çizmek isteriz ki, her türlü darbeye direnmek boynumuzun borcudur. DİSK tüm üyelerinin ve mağdur edilmek istenen diğer emekçilerin yanında olacak, bedeli ne olursa olsun haklarını savunacaktır.”
İyi diyor, haklı diyor.
Beko'nun çığlığını duymak gerekiyor...