'Gümüş Kordon' adlı romanında arayış içinde bir kadının portresini çizen Özlem Anar, doğup büyüdüğü İzmir’e gönülden bağlı. Anar, İzmir aşkının nedenini şöyle açıklıyor: “Bu şehir zamanın yavaş aktığı ve geçmişiyle köklerini pek çok insana hissettirdiği bir yer. Bereketli, şefkatli kollayıcı, affedici”

- İzmirliler için 'İzmirlilik' başlı başına bir olay. Doğup büyüdüğünüz ve yaşamınızı sürdürdüğünüz bu şehir sizin için ne ifade ediyor?

İzmir büyülü bir şehir. Burada doğmak büyük şans, kendimi şanslı hissediyorum. Doğduğumuz yer bizi şekillendirir ve kimlik bulmamızda yol gösterir. İzmir zamanın yavaş aktığı ve geçmişiyle köklerini pek çok insana hissettirdiği bir yer. Hayat burada daha kolay ve derinlikli. İzmir’in dişi şehirlerden biri olduğu söylenir. Bereketli, şefkatli kollayıcı, affedici. Kendimi burada güvende hissediyorum.

- İzmir'in özgürlükçü ortamında yetişen birçok genç sanatçı adayı daha iyi imkanlar adına İstanbul'a gidiyor. Bu durum, İzmir için şans mı yoksa güç kaybı mı?

Tabii ki şans. İzmir bir anne gibi çocuklarını yetiştiriyor ve sonra da onları kanatlandırıp uçuruyor. Gerisi evlatlarına kalmış, ister giderler ister kalırlar. İyi anneler çocuklarını özgür bırakırlar.

- Felsefe öğrenimi gördünüz ve gençlere bu birikiminizi aktarıyorsunuz. Merkezi kurumsal yapıda, eğitim sisteminde ve öğrencilerin gözünde felsefe ne ifade ediyor?

Felsefeyi öğrencilere nasıl anlattığınız çok önemli. Hayatla bağlantı kurup hikayeleştirdiğinizde hiç kimse ilgisiz kalmaz. Kavramlar olmadan felsefe olmaz. Ancak bu hikaye anlatmayacağınız anlamına gelmez. Bazı insanların lisede felsefeden nefret ettiklerini duydum. Sanırım dil çok önemli. Hikayesi olmayan şeyler insanlarda yer etmiyor.

- Felsefe demişken bir edebiyatçı olarak edebiyat - felsefe ilişkisine dair neler söylersiniz?

İkisi de birbirinden beslenir. Edebiyat için her türlü alan besleyicidir. Karanlık dünyalar, bilim, bilim dışılık, psikoloji ve akla gelebilecek her türlü etkinliğin sunduğu veri onun için için malzemedir. Bunlarla nasıl bir ürün çıkacağı önemlidir. Leziz bir yemek başlangıçta deneyseldir. Sonra tariflerin yer aldığı hafızlara yerleşir. Damak tadı ve beyin bunu hiç unutmaz. Edebiyat, yanında felsefe denen bir ustayla çalışırsa bu yemek tadından yenmez. Biri bir kitabın kapağını kaldırır ve ne zaman yazılmış olursa olsun aynı tadı alır.

- Eşiniz İhsan Oktay Anar, üniversitede felsefe hocalığı yapmış ünlü bir yazar. Bu çakışmalar hayatınıza nasıl yansıyor? Yazar eşler birbirlerinin alanına sıkıntı çıkarmadan yaşayabilir mi?

Biz bu konuda şanslı bir çiftiz. Tarzlarımız çok başka olsa da beğenilerimiz benzer. Eşim benim hocam aynı zamanda. Günlük hayatın laneti hocalık, ustalık gibi erdemleri görünmez kılar bazen. İnsani kusurlar ve zaaflar değerimizi azaltmaz ama onları bulanıklaştırır. Ne zaman ki yazma eylemi başlar; o zaman günlük hayatın perdesi olmadan birbirimizi görür ve biraz daha severiz. Fırtınalı hayatları olan, yaratma sancıları çeken ve bu yüzden de birbirlerini örseleyen insanlardan değiliz. Eşim örneğin yazarken çok eğlenir. Ben de bunu ondan öğrendim. Eğlenmiyorsan yazma. Hayat gibi yazdıklarınla akabiliyorsan ne kendini ne de karşındakini tüketirsin.

- İhsan Bey, 'Amat'ı size ithaf etmişti. Siz de buna 'Pisi Pisine' ile karşılık verdiniz. Anar çifti birbirlerinin iyi okurları da olabildi mi?

Tabii ki. O da ben de yazdıklarımızdan ilk okurlarıyız ve bundan büyük bir mutluluk duymaktayız. Belki ben biraz daha onun yazdıklarından fazla hoşlanıyorum.

ÇİÇEKLERİ BÜYÜTMEYE DEVAM

- “Kitaplar, hayvanlar ve iyi insanlarla çevrili bir dünyanın bir parçası olmak” dileğini sıkça yineliyorsunuz...

Hayatın seçtiğimiz parçaları vardır. Ben burayı büyütmek istiyorum dersiniz. Çünkü onu istemişsinizdir. Yine de oraya çok şey sızar ve yıpratır. İzole bir alan mümkün müdür? Aslında iyi ki öyle değildir. Yoksa ilerleyemezdik. Bahçede yetişen en güzel çiçekleri bozan hastalıklar, yabani bitkiler yok mudur? Yine çiçekleri büyütmeye devam edersiniz.

- İnsanı kimileri iyiye, kimileri de kötülüğe yakın bulur. Sizce hangi duyguya daha meyyal insan ırkı?

İyilik ve kötülük en eski hikayedir. Bu çatışma insan var olduğu sürece devam edecek bence. Tez-anti tez gibi. Sentez ise ortaya çıkan ani bir ışımadır, çabuk söner. Ama onu bir kez gören asla büyüsünden çıkamaz. Bu çok yavaş bir ilerlemedir ama sonuçta ilerlemedir. Biz iyiliği çoğu zaman kötülükten öğreniriz. Kötü insan iyi insan bir çeşit ideadır belki de. Durumlar ve onların yol açtığı seçenekler bizim kim olduğumuzu gösterir.

- Sizi yazar yapan motivasyon neydi? Neden yazıyorsunuz?

Ben yazıyorum sadece. İçimden öyle geldiği için. İlk romanım basıldığında apartmanımızdan bir komşu hanımla karşılaştım ve bana şöyle dedi: “Tebrik ederim Özlemciğim; yazar olmuşsun.” Şöyle bir kalakaldım. Komikti ama samimiydi. Beni tanımlayış biçimi kendime olan bakışımı değiştirmedi. Yazar kimliğinin güçlü havası üstüme hiç çökmedi. Yazmak zevk verdiği için yazdım.

- Yazarlık yolculuğunuzda sizi çok etkileyen yazarlar kimlerdi?

Öncelikle klasik edebiyattan etkilendim. Ortaokul sıralarında elime kalın bir kitap geçti. Ünlü yazarların roman özetleri. Bir solukta okuduğumu hatırlıyorum. O kitap bana kapıları açtı. Sonrasında elime geçtikçe orijinallerini okudum. Her okuduğumda ne kadar değiştiğimi yıllar sonra anladım. Seçici değilim, neyi beğenirsem onu okudum. O yüzden belli başlı bir eser ismi veremem.

- Öğretmenlik yaparken öğrencilerinize kendi sevdiklerinizi mi okuttunuz?

Öğrencilerime o dönem hangi kitapları okuyorsam, onları önerdim. Beğendiğim pasajları okudum, teneffüslerde yanımda gezdirdiğim kitapları masamın üstünde bıraktım. Onlar ellerine alıp incelediler. Ödünç de aldılar. En az üç kitapla gezdim hep. Görsünler ve onlarla temas etsinler diye.

KEDİLER İLHAM KAYNAĞI

- Bazı kitaplarınıza kediler hakim. Hatta kedi bir düşünür olarak bile var. Kedilerin sizin hayatınızdaki yeri nedir?

Kediler büyülü hayvanlar ve duruşlarında bir gizem var. Edebiyata çok uygun yaratıklar. Kitaplarımda sadece kedilerin olması, elbette ki onları diğer hayvanlardan üstün kılmıyor. Ancak iyi bir ilham kaynağı onlar. Kediler, kendileri olmakla bize ne çok şey verdiklerini bilseler kibirlerinde haklı çıkarlardı. Kimbilir belki de biliyorlardır. Kibir bu yüzden sadece kedilere yakışıyor.

20231216 111457I M G 9888

- Birçok hayvanseverler, "Hayvan sevmeyenin insana da merhameti olmaz" diye konuya sert bir set çeker. Sizin fikriniz nedir bu konuda?

Merhamet hayvan, insan ya da herhangi bir canlı ayırt etmez. Kalplerde bir kez o duygu uyanınca baraj falan dinlemez. Herkese ve her şeye saygıyla yardım eder.

- Okumak, yazmak ve kediler arasında manevi bir ilişki mi var?

Okumak - yazmak gibi kediler de sakinliğe ve yalnızlığa ihtiyaç duyarlar. Bir aradayken esenlik içindeyizdir. Kendi içimize en yaklaştığımız anlardır bunlar. Kucakta kedi, elde kitap, arkadan gelen müzik ve elbette huzur. Ruhumuz bize böyle anlarda gülümser.

- Son romanınız 'Gümüş Kordon'da Peri’nin spiritüalist tarafı malum. Peki siz bu inanış biçimlerine kendinizi yakın hissediyor musunuz?

Ben kendimi bu alanlara yakın hissetmekten çok, onlara çekilen insanlara yakın hissettim. Kişisel gelişim, spiritüalizm renkli ve bereketli konular. Bu işlere dindarca bağlanan insanlar gördüm. Açıkçası bazen de onlara imrendim. Hayatı ve ötesini bu kadar kesin bildiklerine inanmaları bende elbette kuşkulara yol açtı. Zaman zaman keşke onlar kadar emin olsaydım diye düşünmedim değil. Bu çok konforlu olurdu. Ancak bu tür insanı anlamam için inanmam gerekmiyor.

- Gümüş Kordon, bir kadının kendi varoluşunu tamamlama çabasına, aşk ve mutluluk uğraşına dair bir kitap. Bunlar bir nasip kısmet meselesi mi yoksa uğraş verilerek elde edilen şeyler mi?

Aslında hikayedeki kadın, aşk ve mutluluk için çabalamıyor. Aslında o arayış içindeki biri. Seçtiği alan ve tercihleri onu kendi kaderine yönlendiriyor. Aslında her birimiz benzer uğraşlar vermiyor muyuz?

- Platon'un mağara alegorisine de gönderme yapıyorsunuz Gümüş Kordon'da. Özellikle gençlerimiz koca bir ülkenin Platon'un mağarasına dönüştüğü fikrinde. Siz bu konuda ne söylersiniz?

Platon’un mağarası tüm dünyanın hali aslında. Bizim ülkemiz de orada. Pürüzlü ve loş duvarlarda kendisini görmeye çalışan az insanın yaşadığı akıldışı karanlık başkalarına hoş geliyor. Onlar orada yaşamaktan memnun. Işık düşüncesi bile çileden çıkmalarına yetiyor. Zaten Platon’un dediği gibi ışığı görseler kör olurlardı. Yani kendi haklılıklarını trajik bir biçimde kendilerine ispatlamış olurlardı. Mağaranın dışına çıkmaya cesaret edemeyen birinin mağaranın karanlıklarında kalması kader değil, onların seçimidir. Bırakalım sıkılana kadar orada kalsınlar.

- Son sorumuz geleceğe dair olsun. Yeni bir yıldayız. Bir yazar ve insan olarak geleceğe dair beklentiniz nedir? Öte yandan yeni bir kitap hazırlığı var mı?

Evet yeni bir roman var. Dokuzuncu olacak yayımlanırsa. Geleceğe ait öngörülerim hep yanılttı beni. O yüzden sadece temennilerde bulunabilirim. Herkese iyi yıllar.

'Amacı suda yürümek olan birini yargılama'
- Kedi Dili hayvan sevgisine bir güzelleme olarak literatürümüzde yerini aldı. Orada “Yaralı insanların merhameti kadar dokunaklı bir şey yoktur” diyorsunuz. Bu ifadeyi açar mısınız?

Bu soruyu bir öyküyle cevaplayayım: Bir gün Zen ustasının yanına iki kişi gelir. Biri yaşlı diğeri de çocuktur. Ellerinde kanadı yaralı bir kuş vardır. Usta nehrin kenarında oturmuş onlara bakmaksızın suda yürüyen adama vermiştir dikkatini. Yaşlı adam, tek söz etmeden kuşu bağdaş kurmuş ustanın kucağına bırakır. Evrenin ve yaşamın sırrına erdiğine inandığı için ustaya herhangi bir açıklama yapma gereği duymaz. Zen ustası bakışlarını kuşa çevirirken çocuğu yanına çağırır. Suda yürüyen adamı işaret ederek konuşur; “Şu gördüğün kişi hayatının çoğunu benim yanımda geçirdi. Tüm amacı suyun üstünde yürüyebilmek ve nihayetinde benim gibi biri olabilmekti. Kuş için çok üzülüyorsun. Sil gözlerini ve ona doğru yürü. Ondan iste kuşunu iyileştirmesini.”

Çocuk yaralı hayvanı alır ve nehre doğru yürümeye başlar. Ancak ihtiyar çocuğa engel olmak istemişse de Usta elinin bir hareketiyle onu durdurur. Çocuk nehre ilk adımını atar, sonra ikincisini ve ardından diğerlerini. Kısa sürede adamın yanına varır. Zen ustası ve ihtiyar onları seyrediyordur. Adam çocuğun elindeki kuşa bakar ve “Elimden bir şey gelmez” anlamında başını iki yana sallar. Tam o anda üzgün çocuğun gözünün yaşı kuşun kanadına damlar. O an iyileşen kuş havalanır ve çocuğun başının üzerinde bir kaç kez döndükten sonra koruluğun üzerine doğru uçarak gözden yiter.

Zen ustası, olanların şaşkınlığını üzerinden atamayan yaşlı adama açıklama yapma gereği hisseter; “Amacı suda yürümek olan birini yargılama. O arzusuna kavuştu ve bu gerçekle ne yapacağını düşüneceği zamanları var önünde. Yüreği yara almadan başarmanın kıvancıyla dolup taşıyor. Belki ileride bir Zen ustası olur. Benim bunu görecek kadar ömrüm olmayacak. Ne var ki küçük yüreğine kocaman acıyı sığdıran birinin bilgeliğe kavuşmasına tanık oldum az önce. Merhameti suda yürüme marifetinin de önüne geçti. Belki de nehrin kenarında ömrünü geçiren benim gibi bir usta olmayı bile istemeyecektir.”