Çağdaş Kore edebiyatının yeni starı Juhea Kim, ülkesinin işgal yıllarını yaşadığı sıkıntıları, halkının çektiği acıları ve özgürlük tutkusunu ilk romanı "Küçük Ülkenin Kaplanları"nda destansı bir dille tasvir ediyor.

Geçtiğimiz günlerde "Küçük Ülkenin Kaplanları / Beasts of a Little Land" adlı ilk romanı Türkiye'de yayımlanan, Kore diasporasının dünya edebiyatına sunduğu yeni yazarlardan Juhea Kim, 1987’de Güney Kore’nin Incheon kentinde dünyaya geldi. 1996'da 9 yaşındayken ailesiyle birlikte ABD’ye göç eden Kim, ülkenin en saygın üniversitelerinden Princeton'da Sanat ve Arkeoloji okudu, ayrıca Fransızca sertifikası aldı. Yazarlığının yanı sıra çevre aktivisti, vegan ve editör kimliğiyle tanınan Juhea Kim, hayatını İngiltere ve ABD arasında sürdürüyor. Yazarlığının yanı sıra, sürdürülebilir hayat, düşük atık, plastik kullanımını azaltma gibi konuları ele alan Peaceful Dumpling adlı çevrimiçi bir dergi kurdu ve editörlüğünü yürüttü.

ROMANINI DİZİYE ÇEKECEK

İlk romanını tanıtacağım Juhea Kim, pek çok yazar gibi edebiyat serüvenine kısa öyküler yazarak başlamış. Bu romanı ona Tolstoy'un doğup büyüdüğü "Savaş ve Barış"ı kaleme aldığı şu anda da bir müze olarak görev yapan çiftlik evi Yasnaya Polyana adına verilen ödülü de kazandırdı.

Bu arada ekranda ve beyaz perdede edebiyat uyarlamaları izlemeyi sevenlere bir müjde de vereyim. Kim'in on dört dile çevrilen bu uluslararası çok satarı, önümüzdeki aylarda bir dizi film olarak çekilecek. Yazar bu projeye yapımcı olarak da dahil olacak.

Juhea Kim, geçtiğimiz aylarda "Dünyanın Sonundan Bir Aşk Hikayesi / A Love Story from the End of the World" adlı öykü derlemesi ABD ve İngiltere'de yayımlamıştı. "City of Night Birds" adlı bir romanı daha bulunan yazarın "Küçük Ülkenin Kaplanları" adlı romanına geçmeden önce birbirine büyük sempati besleyen iki halkın, benzer yazgıları paylaştıkları yakın tarihte yaşadıkları kırılma anlarından söz etmek istiyorum.

PARALEL YAZGILAR

"Küçük Ülkenin Kaplanları" romanında olaylar, 1917 yılında, Japon işgali altındaki ülkenin kuzeyinde yaşayan bir avcının hikayesiyle başlıyor. Aynı yıllarda İstanbul ve Anadolu toprakları birçok ülkenin işgali altındaydı. Biz, Milli Mücadele sonrasında bağımsızlığımıza kavuşsak da Japonya'nın Güney Kore'yi işgali (romanda da işlendiği üzere) ikinci dünya savaşı sonrasına kadar devam etti.

Bir başka paralel yazgı, 70'ler ve 80'lerden...

2024 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Güney Koreli Han Kang'ın "Veda Etmiyorum" romanında anlattığı Jeju Katliamını'nın benzerlerini biz 12 Eylül darbesi öncesinde yaşamıştık. Kang'ın bir diğer romanı "Çocuk Geliyor"da geçen 1980 Gwangju Ayaklanması sırasında ve sonrasında yaşananlar da bizdeki 12 Eylül darbesi öncesi ve sonrasına çok benziyor.

Bir farkla; o acılar ve ölümlerle geçen faşizan dönemin ardından Güney Kore, onlarca dünya markasına sahip büyük bir ekonomi haline geldi, biz ise etkilerini her geçen gün biraz daha derinden hissettiğimiz yoksulluğun ve yoksunlukların altında kıvranıyoruz.

Bu yazgı parallelliklerinden söz etmemin sebebi, benzer süreçlerin iki dost halkın birey ve toplum psikolojisine aynı etkileri yaratmış olması ihtimali.

Talihsizikleri, duygusallıkları ve kırılganlıkları ile iki ülke halkı arasında büyük benzerlikler arz ediyor. Juhea Kim, romanında bu duygudaşlığı olay örgüsünde ve tiplemelerinde derinden hissettiriyor.

JAPON İŞGALİ YILLARI

"Küçük Ülkenin Kaplanları"nda hikaye baştan sona, çocuk yaşta bir Kurtizan evine (Japonların geyşalığına andıran bir oluşum) satılan Jade etrafında şekilleniyor. Romanın ana fonunda ise yaşanan Japon işgali ve o sömürüyle geçen yıllarda mal varlığını, itibarını yitirmiş aristokrat ve burjuva kesiminin, işsizlik; açlık ve yoklukla sınanan yoksul sınıfların acıları var. İşte böyle bir ortamda, ailesinin yoksulluğunun bedelini ödemek durumunda kalan Jade, henüz mesleğinin ne anlama geldiğini kavrayamamışken hayatına dahil olan iki gencin aşkıyla avunur. Kuzeyin soğuk ormanlarından şehre gelmiş bir avcının çocuğu olan sokakların JungHo'su, diğeri de işgal yıllarında yoksul düşen ve bir yandan sürücülük yaparak kazandığı küçük parayla ailesine bakan, diğer yandan üniversiteye gitme ve bu sayede kefeni yırtma hayalleri kuran Hanchol...

Bence romanın en başarılı yönlerinden biri bu üç genç arasında gitgellerle yaşanan aşk hikayesini başarılı biçimde işlemesidir.

Jade ve diğer küçük kurtizan adaylarının hayatlarını belirleyen bir önemli faktör de onların mülkiyetlerine sahip olan iki kurtizan evi patronu Silver ile Dani kuzenlerdir. Daha da tuhafı hayat dediğin şey, en zorlu anlarda bile kişiye tutunacağı bir dal, yüreğini emanet edeceği bir teselli kaynağı sunar. Dani ve Silver, mesleklerinin ve geleneğin acımasız gereklerine rağmen bu genç kızların hayatında adeta bir kurtarıcı rolü üstleneceklerdir. Gün gelir, işgal, çatışmalar, ölümler ve yokluk, seks köleliğini ve mekanlarını bir sığınağa dönüştürür.

Jade büyüyüp serpildikçe zorlu hayatına güzelliği ve zekasının yarattığı çekim alanına kapılan Japon komutan Kont İto'nun yanı sıra işgal yıllarının iki varlıklı genci Myungbo ve Sungsoo da dahil olur...

Romanın diğer baskın karakterleri Kuzeyin karları altında kaderini kendi elleriyle belirleyen General Yamamato, sokak

çocukları Çopra ile YoungGu, genç kurtizanlar Luna ile Lotus, sırasıyla sahneye çıkarlar. Kendilerini bekleyen yazgılarının gerektiği rollerini oynar ve geri çekilirler.

Jueha Kim'in ikinci başarısı da buradadır;

Onlarca kahramanın birbirlerinin hayatlarına dokunarak sebep- sonuçları belirlemesini ve her bir karakterin çakışan yazgısını güçlü bir dille anlatmasıdır.

USTALIĞIN ERKEN TESCİLİ

Kalbürüstü dönem romanlarında gördüğümüz üzere, Küçük Ülkenin Kaplanları, kahramanları, yan öyküleri, konu içinde konuları, yer yer gerilimi, etkisini her daim hissettiren romantizmiyle yıllarca süren bir çığlık gibi yer ediyor zihninizde. Bir 'ilk roman'dan ziyade erken kanıtlanmış bir ustalığın eseri olduğunu daha ilk sayfalarında kabul ettiriyor okura! Dahası harika bir okuma keyfiyle sayfalar şırıl şırıl akıp gidiyor.

Küçük Ülkenin Kaplanları / Juhea Kim / İş Bankası Kültür Yayınları

2. Marina Internet Icin

Biraz dağınık kafa iyidir!

Fransız asıllı Amerikalı yazar Marina van Zuylen, kitabında bizi ezberimizi bozmaya ve 'bolca dikkat dağınıklığının' erdemlerini keşfetmeye çağırıyor.

Harvard Üniversitesi'nde Karşılaştırmalı Edebiyat alanında doktora derecesine sahip akademisyen ve yazar Marina van Zuylen, yıllarını insan davranışlarının belirli özelliklerini gözlemlemeye ve irdelemeye adamış ve ezber bozan sonuçlara ulaşmış önemli bir araştırmacı.

Marina van Zuylen, "Küçük Erdemlere Övgü" (henüz Türkçeye çevrilmedi) ve geçtiğimiz günlerde raflarda yerini alan "Bolca Dikkat Dağınıklığı" adlı kitaplarında yorgunluk, can sıkıntısı, dikkat dağıtma, farklılık ve altın oran gibi kavramları, üretkenlik mantığına karşı meşru bilgi ve direnç biçimleri konularında bir hayli ilginç ve ilginç olduğu kadar kendine özgü sonuçlara ulaşmış.

Böyle bakılınca "Bolca Dikkat Dağınıklığı" için kafa dağınıklığına güzelleme olarak bile ele alınabilir.

Çünkü dikkat dağınıklığından muzdarip insanlara yönelik sayısız kitap yayımlanıyor. Psikolojik ve farmakolojik çözümler öneriliyor. Başarı için her daim dikkat kesilebilmek ve hedefe ulaştıran en kestirme yola odaklanmak üzerine birçok kitap ve psikolojik öneriler var.

Ama Marina van Zuylen, dikkat dağılmasının düşünme sürecini geliştirmek için tasarlanmış olacağından söz ederken bu "kısa ve öz" kitabında bizi "dikkat dağınıklığının gizli bir hayatta kalma silahı olup olmadığı"nı kavramaya davet ediyor.

Marina van Zuylen'in önemli düşünür ve yazarlardan alıntılayıp yorumladığı cümlelerle bizi nasıl bolca dikkat eksikliğine buyur ettiğini birlikte anlamaya çalışalım...

HER DÜŞÜNCEYİ İZLEMEK...

* (Walter Benjamin'in esiniyle) Dikkat dağınıklığı tadı çıkarılacak lezzetli bir boşluk, rastgele bir duyumlar dizisine teslimiyete teşneliktir...

* (Aşırı odaklanmaya doğrudan bir saldırı) Düz bir çizgide düşünmek ve her düşüncemizi izlemek beyhude bir çabadır.

* (Aynı zamanda Roland Barthes'ın 'boşluk alıştırmasına gönderme yaparak!) Eğer zaman zaman boşluk sanatıyla kendimizi eğitecek olsaydık, hedeflerle ve somut sonuçlarla olan efendi-köle ilişkimizi terk edebilirdik.

İşta asıl mesele bu. Bizden aşırı odaklanmamızı, dikkat kesilmemizi, mesaimizin her anında alabildiğine üretken ve verimli olmamızı istiyorlar. Çünkü kapitalizmin amentüsü bu ilkeyle başlar: Verimsiz olan şey, yanlış ve kötüdür.

Yazarın şu iddiası, nasıl da yüreğimize bir ferahlık veriyor, değil mi?

"Dikkat dağınıklığı, dünyanın ağırlığından ve varoluşun yoğunluğundan kaçmanın en doğal yoludur."

Marina van Zuylen'in bir röportajında söylediği "Hayatımızı başkaları için bir şeyler yaparak heba ediyoruz" sözünü çok sevmiştim. Onun bu kısacık kitabını, bu bakış açısıyla okursanız eğlenceli olduğu kadar öğretici, ıslah edici ve sağaltıcı bir deneyim olacağına garanti veririm.

Bolca Dikkat Dağınıklığı / Marina van Zuylen / Everest Yayınları

4. Ganimujde Internet Icin

Büyük yazarları

hasedinden çatlatan

Gani Müjde romanı

Gani Müjde'nin yeni romanı İmmortal, yazarından bekleneceği üzere mizahi bir dille kendini ifade ediyor.

Aziz Nesin'in “İmmortal şahane bir roman olmuş. Ben yazmak isterdim ama kerata benden önce davranmış" diyerek hasetliğini sergilediği, Rıfat Ilgaz'ın hapishanede okuduğunu iddia ettiği, yazarın üstadı ve ustası Oğuz Aral'ın "Her daim bokunda boncuk bulmuş gibi gülümseyerek dolaşan bu velet, gereksiz taramalardan kaçınırsa gelecekte iyi bir yazar olabilir umudunu taşıyorum” diyerek hem nalına hem mıhına çaktığı, Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın ise "Ölümsüz eser diye yazmış. Hiç ölümsüz eser görmemiş bence…” sözüyle yerle bir ettiği roman, yarattığı güçlü mizah duygusuyla ilgiye değer.

İmmortal / Gani Müjde / Alfa Yayınları

3. Cemakas Internet Icin

Dünyanın terazisi bozulunca!..

Kendi üslubu ve tarzını her romanında farklı bir biçimde yansıtan Cem Akaş'ın yeni romanının konusu şöyle;

Dünya çapında yaşanan üç günlük elektrik kesintisinin hemen sonrasında sıcak bir yaz günü tanışan Demir ve Duru, birbirlerine tutulunca birlikte yaşamaya başlarlar. Gençlerin aşkı, akıllarını başlarından alsa da dünyada ve ülkede yaşanan tuhaflıklar, sosyal medya “akış”ları ve yapay zeka, bütün insanlar gibi onları da etkilemeye başlar. Gençler ise kendilerine özgü bir dil geliştirerek aşklarını korumaya çalışırlar.

Sözcüklerin Anlamı / Cem Akaş / Can Yayınları

5. Anthony Internet Icin

Felsefî bir karşı

ütopya romanı

İngiliz edebiyatının çok yönlü sanatçılarından Anthony Burgess, romanları kadar şairliği besteciliği, eleştirmenliği ve çevirmenliğiyle de tanınır.

Burgess'ın çok okunan ve çok sevilen, karanlık bir dünya tasavvurunu yansıtmadaki başarısıyla bilinen romanının konusu şöyle...

Aşırı nüfus artışı gezegenin en büyük sorunu haline gelince, devletler kendilerince uyguladıkları sert yöntemlerle bu artışı tersine çevirmek için çırpınmaya başlar. Çünkü onca nüfusu besleyecek kaynaklar yok olmuş, kıtlık ve açlık birbirinin etini yiyecek kadar insanların gözünü döndürmüştür. Birleşik Krallık da bu küresel sorunlardan nasibini alınca Hükümet nüfus artışına çözüm olarak bir yandan eşcinselliği ve kısırlaştırma operasyonlarını teşvik ederken düzmece savaşlarla insanları birbirine kırdırmaya başlamıştır.

Romanın bir düğer kafmanında ise insanlığın kadim meseleleri tartışılır. Heretik keşiş Pelagius ile çağdaşı Aziz Augustinus arasındaki ihtilaf romanın felsefi odağını oluşturur:

Pelagius'un savunduğu gibi insan iradesiyle özgür ve özünde iyi midir

yoksa Augustinus’ın fikrinde olduğu gibi, her türlü iyiliğin kaynağı, sebebi ve lütfedeni Allah mıdır?

Eksik Tohum / Anthony Burgess / İş Bankası Yayınları