Diyalektik felsefenin ve temelindeki ‘Zıtların Birliği Kuramı’nın kökeninin Anadolu, Hitit Uygarlığı ve şaman kültürü olduğuna ilişkin iki hafta önceki ‘Atatürk ve çift başlı kartal’ başlıklı yazım, beklediğimden çok ilgi gördü; o zaman devam…

Zıtların birliği’ çok önemli... Verdiğimiz kararlarla iki zıt kavramdan birine yaklaşırken, diğerinden uzaklaşıyoruz ve bu bizim yetkinlik düzeyimizi belirliyor, büyük ölçüde.

Sorgulamaksızın inanma’ seçeneği, ‘bilme’nin yolunu açan, araştırarak gerçeğe ulaşma yetisini köreltiyor, örneğin. ‘Ezberletip, unutturan’ eğitim sistemimiz, ‘sorgulama ve senteze varma’ özelliklerimizi böyle yok ediyor…

Dinler ve inanç sistemleri, genelde okumayı, araştırmayı ve kendini geliştirmeyi (yetkinleşme) öğütler. Türklükle özdeşleşmiş Şaman (daha doğrusu ‘kam’) inancının en önemli simgelerinden ‘yaşam ağacı’nın en tepesinde, zıtların birliğini simgeleyen çift başlı kartal (öksökö kuşu) şeklindeki Gök Tanrı’nın (Ülgen) yer alması rastlantı değil; İslam dininin temeli Kuran’ın “Oku” diye başlaması da…

Hangi dinden olursa olsun, gerçek dindar okur, araştırır, aklını kullanır; dinin öğütlerini zamanın koşullarına uyarlar, inancını bilgiyle pekiştirir. Laiklik, felsefe, bilim ve hoşgörüyle sentezler oluşturur. Dini çıkarlarına alet eden sahtekar yobazlar ise okumaya, araştırmaya ve düşünmeye, kısacası felsefeye karşıdırlar. İlahiyat fakültelerindeki felsefe bölümünün kapatılmasını arzularlar ki yetişecek din adamları fazla düşünmesin ve ileride düşündürmesin. Dinin herkes tarafından kolayca anlaşılmaması için dinin Latince veya Arapça gibi halkın anlayamayacağı bir dille öğretilmesini ve mutlaka ezberlenmesi gerektiğini söylerler. ‘İçerik’ değil, ‘şekil’ önemlidir, bu kişiler için. Bilmem hangi ayinde, işaret parmağının hangi yönde olması gerektiğini anlatırlar, uzun uzun; hırsızlık, sahtekarlık, kul hakkı yeme, yalan söyleme gibi dinlerin temel yasaklarını ise görmezden gelirler. Sözde putlara karşıdırlar; ama bez parçalarını, sakalları, türbeleri, insanları, doğum günlerini putlaştırıp onlara taparlar. Sözde birlik beraberlikten yanadırlar, ama insanları ırklara, mezheplere, cemaatlere bölerler. ‘Özgürlük’ en büyük düşmanlarından biridir; karşıtı olan, insanları göbek bağı ile bağlayıp, yönetmeye ise bayılırlar. Önem verdikleri tek özgürlük ‘köleliği savunma özgürlüğü’dür…

Yetkin insan, aldıkça değil, verdikçe zenginleşildiğini bilir; sığ insansa ‘dünya malı’ peşindedir, hep daha çok almaya bakar.

Yetkin insan ırk, din, dil ayrımı yapmaksızın insanı sever; ama sevdiği vatanını koruyup, kollamak için bir araya gelip, tehlikeye atılmaktan kaçınmaz. ‘Atatürk milliyetçiliği’ böyle bir sentezdir. Sığ insan ise ırkçıdır ve/veya sadece kendini düşünür.

Yetkin insan ‘sevgi ve barış’ yanlısıdır; sığ insan ise ‘şiddet ve savaş’

Yetkin insan ‘yaşam’ı sever; sığ insan ise ‘ölüm’ü (maçlardaki “ölmeye geldik” sesleri)…

Ama en önemlisi, yetkin insan her şeyi siyah veya beyaz olarak görmez; karanlığın içindeki aydınlığı, aydınlığın içindeki karanlığı, yani grinin tonlarını fark eder. Gerektiğinde senteze varır, orta yolu bulur ve uzlaşır.