Hayat, doğumla-ölüm arasında geçen bir süreçtir. Aşık Veysel 'in dediği gibi; “iki kapılı bir handa” yürüyüp, gidiyoruz. Bir başka yaklaşımla “Hayat bize birçok kapı açar; ama son kapımız mezarlıkların kapısı” olur!

Birçok kişi bu kısa süreç için “Dünya hoştur, gerisi boştur” der, ‘hayatı çok ciddiye almamak lazım’ diye düşünür. Kimileri de Ferman Toprak’ ın “Hayatı tespih yapmışım” şarkısına takılır. Hatta, “Hayat Bazen Tatlıdır” diye bir TV dizisinde orta bir yol bile bulmuşlardı…

Sevgili okurlarım, içinden geçtiğimiz nefret ve karalama kampanyalarının yürütüldüğü, jurnalciliğin mektuplardan “dijital sisteme” taşındığı günümüzün şu sıkıcı, bunaltıcı ortamında sizleri mizah dünyamıza, yani hayatın güldürücü yönü olan “mizah dünyamıza” götürmek istiyorum. Malum, mizah “hayatın güldürücü yönünü ortaya çıkaran sanat türüdür. İnsanı gülmeye sevk eden resim, karikatür, konuşma ve yazı sanatıdır”. Mizah eserleri sadece şaka, güldürme maksadıyla söylenip, yazılıp, çizilmediği gibi belli fikirleri ifade etmek için de ortaya konulabilir…

***

Bu hafta köşemin konuğu mizah yazarı Ahmet Zeki Yeşil… Edebiyatçı dostlarımın kendisinden övgüyle bahsettiği Ahmet Zeki Yeşil, hem büyükleri, hem de küçükleri güldüren ve düşündüren öyküleri ile tanınmış kara mizahçı. Onu daha yakından tanımama vesile olan ve bana “Güle güle oku” diye yazıp imzaladığı “Hunuli Kral” mizah kitabını okuduktan sonra gerçekten gülmekten öldüm…Çocukluğu ve gençliği İzmir/Bornova’da geçmiş. Buca Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü mezunu olan Yeşil, yazmaya öğrencilik yıllarında mizah yazıları ve öyküleriyle başlamış. İlk mizah yazısı lise son sınıfta, dönemin efsane mizah dergisi “Gırgır”da yayımlanmış. Ülkemizin çeşitli yörelerinde öğretmen olarak çalışmış. İzmir, Eskişehir ve İstanbul’daki mizah grupları içerisinde yer almış. Halen İstanbul’da yaşıyor. Sorularımla Ahmet Zeki Yeşil’le mizah yolculuğuna çıktım.

Mizah yolculuğunuz nasıl başladı?

“Ortaokulda okurken, Günaydın Gazetesi’nin haftalık mizah eki ‘Ustura’ adlı dergiyi (1969-71) takip ediyordum. Aziz Nesin’ in öykülerini ilk olarak bu dergide okudum. Mizaha olan ilgim böyle başladı diyebilirim. Lise yıllarında ise dönemin efsane mizah dergisi ‘Gırgır’ çok popülerdi. Ben de bir şeyler karalamaya başlamıştım. İlk mizah yazımın bu dergide yer alması (1974), beni yazma konusunda cesaretlendirdi. 80’li yılın başlarında, İzmirli Şair Hüseyin Yurttaş’ın yönlendirmesi ile mizah yazarı Muzaffer İzgü’ye gittim. Yanımda götürdüğüm öykü dosyamı kendisine bıraktım. Sonraki görüşmelerimizde de dosyama bakma fırsatı olmamıştı. Bu arada mizah öykülerim dergilerde yer almaya başladığı için dosyamı geri aldım.”

Mizah anlayışınızı kısaca anlatır mısınız?

“Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü’nün açtığı yoldan gidiyorum. Bu ekol, halk yararına mizah yapıyordu. Mizahı kendi ifadeleriyle özetlersek eğer Rıfat Ilgaz, ‘Mizah bir tavırdır’; Aziz Nesin, ‘Mizah kızgınlık eseridir’ ve Muzaffer İzgü ise ‘Gülmece sınıfsaldır’ der. Onlar daima, haklının ve güçsüzün yanında oldular. Mizah toplumlara, sınıflara ve uluslara göre farklılık gösterdiği için pek çok tanımı yapılabilir. Sözünü ettiğimiz ekole göre mizah, insanları güldürürken düşündürme sanatıdır. Temel amaç düşündürmek, araç ise güldürmektir. Mizahçının görevi ise yolunda gitmeyen şeylere dikkat çekmek, birilerine ilaç olmak ve ‘ben buradayım’ demek isteyenlerin sesini duyurmaktır. Öykülerimde, günlük hayatımızdaki çarpıklıkları ve aksaklıkları anlatıyorum. Hayatın yükünü taşıyan insanların sorunlarına dikkat çekiyorum. Acıyla kahkahanın yan yana olması için çaba gösteriyorum. Öykülerimi, kişilerden hareketle yazmıyorum. Bugün eleştirdiğiniz insanlar, 20 yıl sonra olmayabilir. Belden aşağı esprilere kesinlikle yer vermem. İnsanların özeline ve kutsalına bulaşmam. Argo ve küfre karşıyım. Eğer öyküdeki karakter açısından gerekliyse, o zaman bunu kabalaşmadan/ öyküdeki estetiği bozmadan yapmaya çalışıyorum. Çünkü kitaplarıma büyüklerden çok çocuklar ilgi gösteriyor.”