Yeni yılda daha mutlu olmak için ‘zıplayabilirsiniz’.

Diyecekler ki: “Zıplayamazsınız, oturun oturduğunuz yerde…”

Diyecekler ki: “Kaderiniz bu…”

Diyecekler ki: “Çaresizsiniz!”

Oysa, zıplayabilmek için henüz zamanınız var; kaderinizi siz yazacaksınız ve “Çare sizsiniz…”

Çaresizliği öğretmeye çalışıyorlar size. ‘Öğrenilmiş çaresizlik sendromu’ deniyor, adına. ‘Öğretilmiş’ demek daha doğru; birileri zorla öğretmeye çalışıyor, çünkü. O birilerinin amacı, elde ettikleri koltuğu uzun süre ve zorlanmadan sürdürebilmek için, kendilerini çaresiz hisseden bir toplum yaratmak, genellikle.

Sendrom, ‘gösterilen tepkilerin etkili olmaması ile sonucun değiştirilemeyeceği yönünde oluşan inancın ardından, başarma isteğinin giderek kaybolması ile gelişen ruh hali’ olarak kendini gösteriyor.

Kavram ilk kez 1960’lı yıllarda Martin Seligman tarafından ortaya atılmış ve birçok hayvan türü üzerinde denenmiş. Hoş olmayan bir durumdan kaçma seçeneği verilmeyen hayvanların, çaresizliğe şartlandıkları ve daha sonra kaçma şansları olduğunda bu fırsatları kullanmadıklarını görülmüş.

İnsanlarla yapılan deneyler de şaşırtıcı bir şekilde aynı sonucu vermiş. Watson üç aylık bebeklere bile hızla öğretmiş, çaresizliği.

Seligman’ın sonraki araştırmaları; denemelerinde başarısız olanların, çevrelerindeki diğer bireylerin benzer denemeyi yapmalarını engellemeye başladıklarını göstermiş. Çaresiz insanların yaşadığı pasiflik ve depresyon benzeri tablonun bir salgın gibi yayılarak, toplumsal boyut kazanabileceği kanıtlanmış, böylece.

Öğrenilmiş çaresizlikten kurtulmak için birçok şey öneriliyor. Hiç vazgeçmeden tekrar tekrar denemek; duygularla değil, mantıkla hareket etmek; sorgulamak, pozitif düşünmek, gülümsemek, neşeli insanlarla vakit geçirmek, iyimser ve cesur olmak, sorunlara farklı açıdan bakarak, onları fırsata çevirmek gibi…

Ama en güzelini, öğrenilmiş çaresizliği keşfeden Seligman yazmış, ‘Öğrenilmiş İyimserlik’ kitabında. “Olumsuzlukların geçici olduğuna ve bunu değiştirebileceğinize inanın. Elinize bir kağıt kalem alın ve yazarak sorun kendinize…” diyor Seligman:

“1. Olumsuz durum nedir?

2. Bu olumsuzluk karşısındaki düşünce ve inançlarınız nelerdir?

3. Sonuçta sizde oluşan duygular neler? Olumsuzluğa nasıl tepki verdiniz?

4. İnançlarınız tepkilerinizi nasıl etkilemiş? Farklı düşünebilseydiniz, sonuçlar veya duygularınız farklı olur muydu?

5. Kader kurbanı değilsiniz; yaşadıklarınız da gelip geçici. Kötümser düşüncelerden kurtulmaya, sizi daha yetkin hissettirecek alternatifler düşünmeye odaklanın.”

Bir öneri de benden… Kendinizi çaresiz hissettiğinizde Atatürk’ü ve ‘öğretilmiş çaresizliğe’ başkaldırı olan devrimlerini düşünün. Açın, okuyun; bugünkünden çok daha zor koşullarda nasıl vazgeçmediğini; neleri, nasıl başardığını…

Altında ateş yanan su dolu tencereye konmuş kurbağanın yerine koyun kendinizi.

Henüz haşlanmadınız, hala zıplayabilirsiniz dışarıya!

Belki de yapmamız gereken, hep birlikte zıplamak…

Kısır döngüyü kırmak, sarsılmaz sanılanı sarsmak, hatta yıkmak mümkün olabilir, böylece.

Birçok şeyi değiştirebileceğimiz gerçeğinin yazılması ve paylaşılması da çok önemli…