air sözüdür, ben inanırım; “Yıldızlara bakarsanız yine geliriz…” Onur Şenli’den…


Ama önce bir sonbahar girişi yapalım. Özlemişim sonbaharın akşam serinliğini, gömleğimde titreşimler oluşturan akşam rüzgârlarını... Güzle gizliden mutlululuk duyduğumu da açıklamalıyım. Yaz sıcaklarından bunalmışım, boğulmuşum, terlemişim demek ki...


Kedere, kahıra, kötülüğe, kirliliğe dur diyen “son”u severim. Umutlandırır insanı. Son sözcüğü bir yandan da hüzünlendirir, düş kırklığına uğratır, mutsuz kılar. O zaman da sevimsizleşir işte!


Ölümün mevsimi var mıdır? Ölüm her mevsim erken ve ürkütücü olmalı... Şair, ölümü, sonbaharı, doğa olaylarını, doğanın tüm görüntülerini, seslerini, inceliklerini kendi biçemi, algısı, duygusuyla bir başka yorumlamıyor mu?


Farklı bakar göğün olanaklarına; duyarlıklar, algılar, duyumsamalarla. Ay sonsuz anlatımlarla girer dizelerine, yıldızların göz kırpmalarını bir başka gözlemler.


Kalem, duygu, imgelemle her mevsime dokundukça, yepyeni bir kimlik kazanır mevsimler. Bahara, kışa, yaza renkler, görsel varsıllıklar, yeni tatlar katar. Yeni giysilerle donatır.


Peki ya sonbahara? Ressam ne denli renk çılgınlığını yansıtmışsa tuvaline, şair de kimi kez hüzünle, kimi kez ölümü çağrıştıran duygularla tıklatır sonbahar duvarlarını.


***


Sanki yaprak dökümü! Bu yıl içinde sanat, bilim, yazın, basın, kültür alanında çok sayıda insanımızı yitirdik. Hepsine yandık, hepsiyle sarsıldık. Her ölümü erken saydık. Ne ki umarsızlığın sınırını da aşamadık yine!


Ardı ardına şair, yazar, basın emekçisi, bilim, kültür, aydınlanmacı insanın ölüm haberini aldıkça az yanmadı içimiz.


İzmir’de yakın zamanlarda Abdullah Neyzar Karahan, Ayhan Çıkın, Gündüz Badak, Muzaffer İzgü’yü yitirmek eksiltti hep bizi. Kuşkusuz Refik Erduran, Ayberk Çölok, Engin Cezzar, Tayfun Talipoğlu, Halit Akçatepe, Fikret Hakan, Sezer Sezin, Osman Bolulu, Emin Özdemir, Doğan Yurdakul gibi sanatçıların, yazarların ölümleriyle de üzüldük.


Bu arada TRT’den de tanışlarım, arkadaşlarım Mesut Mertcan, Bülent Sakızlıoğlu, İsmail Ragıp Geçmen, Hakkı Mumcu... Ne oluyorsunuz, nereye gidiyorsunuz seslenişlerimizi duymadan gittiler bilinmezliğin ülkelerine. Arkalarında anılar, sözler, yazılar, şiirler, fotoğraflar, gülümsemeler bırakarak.


Bu kez de Onur Şenli… …


Onur Şenli’yi hep Agora Meyhanesi şairi olarak bildik, andık. Bir şarkının gölgesinde kaldı. Oysa yaşadığı gençlik, olgunluk yıllarında birikmiş nice dostluklar, anlatılar, anılar vardı; ne ki yazmadı onları. Agora Meyhanesi ünlendi, sevildi, paylaşıldı; kuşkusuz başka şiirler de yazdı ama az yayımladı, kitaplaşmayı hiç istemedi. Şiirlerinin bir kitapta toplanmasını, yayınlanmasını isteyenlere de hep olumsuz yanıt verdi.


Agora Meyhanesi yine dinlenecek, anılacak, paylaşılacak. Sözleri Onur Şenli’ye ait diye söylenecek.


İsterdim ki İzmir’in dergisi İzmir-İzmir’de anılarını yayınlasaydı, bir gün kitaplaşsaydı onlar, fena mı olurdu.


Onur Şenli’yle 2000’li yıllar başında dost olduk. TRT İzmir Bölge Müdürlüğü’ne sıklıkla gelir, bana da uğrar, “İnce Oda”mın yanındaki balkonda uzun uzun söyleşirdik. Şarkılar mırıldanır, Divan şiirinden şiirler okur, dost sofralarından anılarını paylaşırdı. Ben de yinelerdim anılarını yazmasını, kitaplaşmasını; ne ki beklediğim olumlu yanıtı alamazdım.


Onu İzmir-İzmir’in Kasım-Aralık 2006 tarihli sayısında yayımlanan “Özgün Bir Dörtlük” şiiriyle analım mı?


Solmuş sararmış olsa da albümlerimiz


Kenarları kıvrılmış eski fotoğraflarız biz


Sanmayın toprak olduk, toza karıştık


Yıldızlara bakarsanız yine geliriz…