Tarihi 17 Mayıs 1957’ye, 68 yıl öncesine çevirdim. Nurullah Ataç’ı anmaya…

Varlık Yayınları’nın küçük boyutlu kitaplarıyla tanıdım ilkin. Ortaöğretim yıllarımın sürdüğü Ceyhan’da, Urfa’da deneme, günce kitaplarını edindim.

“Söz Arasında”, Dost Yayınları arasında 1957’de çıkmış. Daha sonra sırasıyla Günlerin Getirdiği (1946), Karalama Defteri-Sözden Söze (1952), Ararken (1954), Diyelim (1954), Söz Arasında (1957), Okuruma Mektuplar (1958), Günce (1960) minik kitaplığıma girmiş. Bugüne değin sakladığım, koruduğum Varlık Yayınları kitaplarını unutmam olanaklı değil.

Dilini, anlatımını, doğru sözlülüğünü, şiire tutkusunu sevdiğim için mi Ataç bana yakın gelmiş? Överken, yererken, eleştirirken yansız davranması ona ayrı bir gözle bakmamı sağlamış belki de.

İçtenliği, duygusallığı şu sözlerinden de anlaşılmıyor mu sanki: “ Üzüldüğüm çok şey vardır dünyada, bir kere yakışıklı, güzel bir adam olmadığıma üzülürüm. (…) Orhan Veli’nin Süleyman Efendi’si gibi değilim ben, çirkin yaratıldığıma müteessirim… Ama bu acı bile bende şair olamamanın verdiği acı kadar değildir.”  ( Okuruma Mektuplar, s.15 )
                                              ***
Öznel, izlenimci eleştiri dendiğinde ilk usa gelen ad Nurullah Ataç’tır. Deneme tadındaki yazılarını, günlüklerini, kişisel beğenilerini, tepkisiyle dile getiren Ataç, dil konusunda kimine aşırı gelse de üretken çalışmalar yapmış bir yazın emekçisi, yazını kendine dert adam…

“Dil kendi kendine gelişiyormuş, temizlenecekse temizleniyormuş, bırakmalıymışız kendi haline. Aklı başında bir kişinin söyleyeceği söz mü bu? Bir ulusun okuryazarları, aydınları, bilginleri dille uğraşmazlarsa dil kendi kendine ilerler, gelişir mi? Diyelim ki ben Fransızca bir kelimenin karşılığını arıyorum, Türkçede yok öyle bir kavram, ne yapacağım? O kelimeyi ben kurmaya, uydurmaya çalışmayacak mıyım?” (ULUS Gazetesi 5 Mart 1952)
                                               ***
Ataç’ı dilde özleştirme çalışmalarında çok aşırı bulanlar, uydurmacı olduğunu ileri sürenler bulunsa da bence Ataç’ın Türkçemize kazandırdıkları yadsınamaz. Belki bugün kullanılmayan bir  çok sözcük girmiş yazılarına; ancak inatla, dirençle  kullandığı nice sözcüğü zorlanmadan kullanıyoruz artık. Bu da önemsenmesi ‘de ‘de ayrıldı gereken, Ataç’ı saygınlaştıran bir durum olsa gerek.
“Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.” (Diyelim, 1954)
                                                    ***
Doğrudur  Ataç bir çok sözcüğü “uydurmuş”tur; ne ki bu uydurma eylemini bilerek, isteyerek, düşünerek, yararına inanarak yapmıştır. Çünkü o Arapça, Farsça egemenliğini bir bakıma bu biçimde önlemeğe, kırmaya çalışan bir dilseverlik sorumluluğu sergilemiştir.
Sanırım günlük türü yazıların sevilmesine 1950 yılında Nurullah Ataç'ın bir gazetede yazmasının payı vardır. Ataç bu yazılarına “Günce" adını uygun görür.
Ben de günlük tutmaya Ataç’ın yazılarıyla buluştuğum 1963’te başladım. Çok sayıda günlük defteri eskittim, yenilerini ekledim. Ey gençler, yazın hevesçileri, günlük tutun, denemenin ipuçlarını yakalayın.

Bu dünyadan bir Nurullah Ataç geçti. Sözü, anlatımı, yazınsal eylemi,  dile, Türkçeye  verdiği emeği ile unutulmazımız… Beğenin, beğenmeyin, eleştirin yine de bir değerimizdir yazın dünyamızda.