Bana sorarsanız ben MUT’lu değilim; yani Mersin’in Mut ilçesinde hiç oturmadım; ama mutlu musun diye sorarsanız. Orada dururum, düşünürüm, taşınırım.

Toplumcu-gerçekçi şiirimizin ustalarından A. Kadir’in dizeleriyle MUTLU OLMAK VARKEN demek geçer içimden.

Mutlu olmak varken bu dünyada, / geceler geldi dayandı kapımıza,

olduk acımızla sarmaş dolaş, / bekledik düşümüzle koyun koyuna.

***

Peki siz hiç mutluluğun resmini yapabildiniz mi? Ben de düşledim, kurguladım, imgeye yatırdım, ama görüntüleyemedim, resmini çizemedim. Nâzım Usta da Saman Sarısı şiirinde çağdaş Tük resminin öncülerinden Abidin Dino’ya

sorar:

‘’Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin? / İşin kolayına kaçmadan ama Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil / Ne de ak örtüde elmaların / Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolanan kırmızı balığınkini / Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin’’

Elbette Abidin Dino, bu soruyu incelikle, içtenlikle, gerçekliğin sesiyle, resmin ve şiirin kardeşliği ile yanıtlar:

‘’Kokusu buram buram tüten / Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka / İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan / Ayağında Varnanın tozu
Yüreğinde ince bir sızı. / Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi / Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini’’

***

Helenistik felsefenin önemli akımlarından sayılan Stoacılık okulunu Kıbrıslı Zenon’un kurduğu söylenir.

Okulun MÖ 3. yüzyılda Atina'da (Stoa Poikile) adıyla kurulduğundan dolayı bu ötürü akıma ‘Stoacılık’ adı verilmiş.

Stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Onlar doğaya uygun yaşamanın mutluluğu getireceğini savunurlar. Felsefi olarak doğaya uygun yaşamayı, dünya vatandaşlığını benimserler.

***

Hepimiz mutlu olmak için uğraşırız, çalışırız, çabalarız. Mutlu olmak yaşamanın da anlamı, tadı, tuzu değil mi?

Sabah uyandığınızda pencereyi açıp dünyayı kucaklamak, kuş seslerini duymak, balkonunuzdaki çiçeklerle konuşmak, ağaçların yapraklarını okşayan rüzgârı duyumsamak, onurun, erdemin, barışın bayrağını göndere çekmek, sokaktan geçen insanların sesleriyle bütünleşmek…

Gerçek mutluluk daha bir anlam, değer, önem kazanmaz mı o zaman? Yine toplumcu-gerçekçi bir şair Hasan Hüseyin Korkmazgil MUTLULUK BENİM ŞİRİN’İM mi diyordu ne?

‘’Mutluluğu hiç görmedim / ama tanıyorum yokluğundan

Geceler böyle olmazdı herhal / Ayrılık getirmezdi kucaklaşmalar

Durup durup iççekmeler / Kıyı köşe ağlaşmalar

Ölüme kurtuluş denmezdi herhal / Sevişmek suç sayılmazdı

Mutluluk dilesem birine / Ağlıyasım geliyor ardından

Mutluluk benim şirin'imdir / Oy dağlar dağlar’’

Dostoyevski “Hayatta hep mutlu olursam, hayalini kuracak neyim kalır.” diyesi olmuş. Yıllar sonra Nietzsche de “Mutluluk, güçle çoğalan; direncin üstesinden gelindiğinde ortaya çıkan bir duygudur.” diye sözü oturtmuş.

Tuttum ben de BELLEK PAZARI’mda (Etki Y.2002) şu dizeleri tezgâha serdim:

“Mutluluk mu dediniz bayım / Kant’a göre edilgen / Bana göre kararsız / Zor çocuk / Sivilceleri ergen / Mutluluk mu dediniz? / Az önce buradaydı.”

Mutlu olmak varken; sahi mutsuzluğun, umutsuzluğun, sevgisizliğin, takıntının, karamsarlığın, kırgınlığın, küskünlüğün, hinliğin, kin tutmanın tahtında ne işimiz var?!

Yeter ki bizi yönetenler, siyasal erk egemenleri mutluluğun kapısını kapamasınlar yüzümüze!

O zaman Mut’a da gidelim, kırlara, denizlere, maviliklere, dağlara, şiire, şiirgillere gidelim…

Umuda, umutgillere, mutlululuğa, mutlulukgillere gidelim.