Tarım Bakanlığı bu yıl anlaşmalı tarımda tek tip sözleşme uygulamasına geçti. Daha önce ne üretici ne de alıcı fiyat ve miktarı bağlayıcı şekilde belirliyor, yeterli ve güvenli bir sözleşme yapılmıyor, bu nedenle özellikle üretici sıkça mağdur oluyordu. Çünkü üretici, anlaştığı fiyatın üzerine çıkan piyasa fiyatlarını görünce imza attığına pişman olma ihtimalini düşünüyordu. Bu yıldan itibaren Tarım Bakanlığımız “tek tip sözleşme uygulaması”na geçiyor. Bakalım hep birlikte göreceğiz, ne ölçüde başarılı bir uygulama olacak ve bu sözleşme her iki taraf için de yeterli güvenceyi sağlayabilecek mi?
Elbette tarımın, tarım ürünlerinin ve bu alanda faaliyet gösteren tüm tarafların çok daha büyük başka sorunları da var. Hepsini yazmaya kalksak bir destan olur. Bu sorunların başında da tarımda uygulanan yanlış politikalar geliyor. Bunun sonucunda en önemli sorun, hatta “tarımda çöküş” olarak adlandırılabilecek bir durum, arzda yaşanan azalış şeklinde ortaya çıkıyor. Yani üretici artık tarımdan kopuyor, toplam tarım alanları azalıyor. Türkiye, şimdiye dek hiç olmadığı kadar ekilebilir tarım alanı kaybı ve tarım yapan üretici azalması yaşıyor. Tarım yapanların yaş ortalaması sürekli artıyor; neredeyse bahçede, tarlada genç çiftçi kalmadı.
Ülkemde tarım yapmaya çalışan üreticilerin durumu ortada. Medyada, traktörüne haciz gelen üretici haberleri, banka borcunu ödemek için besi hayvanını ya da tarlasını satan çiftçilerle ilgili haberler sık sık yer alıyor. Tarım ve tarımsal üretim, ülkenin en önemli sorunlarından biri haline geldi. Bunu pandemi dönemi iyice açığa çıkardı. Manavlar ve pazar yerleri adeta yangın yeri.
Bu durumun ortaya çıkmasında, eskiden "kabzımal" diye anılan aracılar büyük rol oynuyor. Ülkemizdeki “aracı mafyası”nın egemenliği bir türlü kırılamadı. Üreticiden neredeyse su parasına alınan ürünler, manav ve pazarlarda fahiş fiyatlara satılıyor. Özellikle sebze ve meyve fiyatları son dönemde uçtu gitti. Diğer tüketim ürünleriyle karşılaştırıldığında meyve ve sebzeler anormal derecede pahalı. Pazarcıya sorduğunuzda, aldığı fiyatın yüksek olduğunu söylüyor. Üreticiye sorduğunuzda ise, çıkış fiyatının pazar fiyatının dörtte biri olduğu görülüyor. Peki bu uçurum nasıl oluşuyor? Bu konu artık can yakıcı hale geldi.
Hal dedim de; hal’e giren sebze meyve, toplam üretimin acaba yüzde kaçı? Üstelik bu aracıların büyük bir kısmı üreticiye ödemelerini parça parça yapıyor, bazen hiç ödemiyor. Peşin ödeme zaten söz konusu değil, “satarsam, istediğim zaman öderim” diyor. Üretici ise bu aracılara mecbur olduğu için tüm şartlarını kabul etmek zorunda kalıyor. Hal’e ürün gitmemesinin nedenlerinden biri de hal rüsumlarının yüksek olması olarak açıklanıyor.
Medyaya yansıyan haberlere göre, cep yakmayı da aşan fiyatlar söz konusu. Örneğin, ihracatta dünya şampiyonu olduğumuz söylenen kiraz, İstanbul’da bir pazarda 700 TL etiketiyle satılıyordu. Çarşıya, pazara çıkan her vatandaş bunu görebiliyor. İhracat yaptığımız ülkelerin çeşitli sebeplerle ithalatı sınırlandırması durumunda, ülkemizde ancak ucuz sebze görülebiliyor. Mesela Rusya domates alımını durdurursa, “sorunlu” bulunan domatesler iç piyasaya ucuz şekilde sürülmek zorunda kalıyor.
Oysa Türkiye’nin tarım potansiyeli mükemmel. Ülkemizin özel coğrafi yapısı sayesinde, birbirinden farklı özelliklere sahip birçok bitki türü değişik bölgelerde ve mevsimlerde yetiştirilebiliyor. Az sayıda ülkenin sahip olduğu bu olumlu özellikler maalesef gerektiği ölçüde değerlendirilemiyor. Türkiye’de ortalama 170 civarında kültür bitkisi türü yetiştiriliyor. Bu bile ülkemizin potansiyelini ortaya koymaya yeter. Ama gelin görün ki, bu potansiyeli değerlendirecek tarım politikası anlayışından yoksunuz, maalesef.