İzmir’li sanayici Herve Giraud’un kızı Caroline Nicole Koç’un kurucusu olduğu “Akdeniz Koruma Vakfı”nın bir haberi, medyaya gündem oldu. Vakıf, İzmir ve Türkiye kıyılarında deniz ve kıyı alanlarını koruma amaçlı çalışma yapacak. Böylesi önemli bir çalışmayı yapacak vakıf yapısını ve genel olarak vakıfların geçmişinden söz etmenin gerektiğini düşündüm.

Anadolu’da ilk vakıf Hititlerde görülür. Hitit kralı Hattusili tarafından bir taş üzerine yazdırılan ( M.Ö.1280 – 90 ) bir Hitit metni, Anadolu’da vakıf anlayışının ilk belirtilerindendir. Uygur Türklerinde de M.Ö. 12 -13 . asırda bir budist uygur tapınağı temelinde, vakfiye vesikası bir tahtaya yazılı halde doğu Türkistan da bulunmuştur.

İslamiyetin kabulü ile de birçok vakıf kurulmuştur. 13.yüzyılda Türk toplumu Anadolu’da yerleşik hayata geçince oluşan artı değer, zenginlik güçlü vakıfların kurulmasını sağlamıştır. Öncelikle dini anaçlarla kurulan vakıflar, Selçuklular ile sosyal yapıya yönelmiş Selçuklu medreseleri, birer vakıf kurumu olarak görev yapmıştır. Kervansaraylar da birer vakıf kurumu benzeri işlev görmüş, dini ayrım yapılmaksızın yolculara hizmet vermiştir.

1830 Tanzimat reformlarına kadar Osmanlıda Osmanlı zenginleri tam anlamıyla mülkiyet hakkına sahip değildir. Bu da mülkiyetin müsaderesi tehlikesini getiriyordu. Tanzimat reformları bu müsadere riskini ortadan kaldırmıştır.

Vakıf kurumu; devletin resmi bütçesine bağlı olmaksızın halkın sivil ve sosyal politika anlayışı içinde uygulamaya konulan ucu açık sosyal yardımlaşma ve dayanışma kuruluşudur.

İnsanoğlu fani olan dünya malını bakileştirmenin, geçici olanı kalıcı kılmanın ve bir anlamda ölümsüzlük hazzını tatma yolunun vakıf kurmaktan ve bir vakıf yaşatmaktan geçtiği keşfettiği kurumlardır vakıflar.

Vakıflar, toplumsal ve kültürel hayatımız açısından çok önemli bir yere ve geçmişe sahiptir. Vakıf kurumu kuruldukları tarihten günümüze gelebilmiş, ayakta kalabilmiş ve geleceğe yönelik hedefleri olan insanlığın vazgeçemeyeceği ender kurumlardandır.

Bağışın ve kurumsallaşmış şekli olan vakıflar, toplumsal refahı geliştirmede, sosyal adaleti bir ölçüde sağlamada önemli rol oynamışlardır.

Daha önce de sözü edildiği gibi Osmanlı, tebaanın tüm mal varlığına el koyabiliyor, onu istediği gibi kullanabiliyordu. Sadece malınızı veya paranızı vakfederseniz bu el koymanın dışında kalabiliyordunuz. Bu nedenle Osmanlı’da vakıf kurumu uzun süre ülkenin ekonomik hayatında çok önemli roller üstleniştir. 19.yüzyilda 2.Mahmutla başlayan süreç vakıfların sonunun başlangıcı olmuş, ekonomik olarak gerileyen imparatorluk, vakıf gelirlerini de kontrol altına almaya başlamıştır.

20 bin civarında vakıf giderek azalmış, Cumhuriyet’e geldiğimizde 5000 civarında vakıf kalmıştır. O dönemde “para” vakıfları ve “gayrimenkul” vakıfları olarak ikiye ayrılan vakıflardan para vakıfları 1954 yılında dağıtılmış, sermayeleri ile Vakıfbank kurulmuştur.

19 ve 20.yüzyıl araştırmaları, genelde vakıf mülklerinin toplam bina ve ekilebilir arazilerin dörtte üçünü oluşturduğu tahmin edilmektedir. Osmanlı varlığının dörtte üçünü meydana getiren bu vakıflar, toplumsal hayatta çok önemli bir yer tutmaktadır. Osmanlı devlet geleneğinde dini hizmetler, eğitim, sağlık ve kültürel faaliyetler, bayındırlık hizmetlerine merkezi devlet bütçesinden doğrudan kaynak ayrılmadığı için tüm bu hizmetler padişah dahil, bütün bireylerin gönüllü katılımı olan vakıflar aracılığı ile yerine getirilmektedir.

Vakıflar sadece devlet harcamalarını azaltmaya ve dolayısıyla vergi ve faiz oranlarının düşmesine, büyümenin önünün açılmasına yardımcı olmakla kalmıyor, ekonomik kalkınmanın başka bir hedefi olan, ekonomide gelirlerin daha iyi ve adıl dağıtılmasına da aracılık ediyordu.

Ayrıca vakıflar; bir anlamda miras/vasiyet, olgusunu kullanarak toprakların bütünlüğünün parçalanmasının da önüne geçiyor, vakfa bağışlanan büyük araziler bütünlüğünü koruyabiliyordu.

Vakıf müessesesi ile hayır eserleri, külliyeler, bunlara gelir getirici vakıf mülkleri meydana getirerek bu külliyelerin devamın sağlayabiliyordunuz. Bir anlamda her külliye bir yerleşim merkezinin oluşmasını sağlıyor, etrafında köy, kasaba, şehirler meydana geliyordu.

Osmanlı’da bu denli önem taşıyan vakıfların, bugün habitat ruhunu da göz önüne alırsanız, çağdaş topluma da taşınması gereği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

Dünün vakıfları daha çok sosyal ve ekonomik sorunların giderilmesi konusunda doğrudan yapılan ayni ve nakdi yardımlarla anımsanıyorken, bugün vakıfların demokrasi, insan hakları, sosyal politika, siyaset bilmi, hayvan hakları, kadın hakları, özgürlükler, ayrımcılıkla mücadele, sosyal refah, Akdeniz koruma vakfı gibi kıyı alanlarımızı koruma ve benzeri çağdaş toplumların ihtiyaç duyduğu alanlarda çalıştığı görülmektedir.