Türk tarımının mevcut yapılanmasında zaten sorun var. Bunu anlamak için ülkenin ithalat kalemlerine bakmak yeterli…

Tarihin en eski tarımsal üretim merkezlerinden birisi olan Türkiye, bugün saman dahi ithal ediyor.

Buna karşılık da kırsalında insan kalmayan ülkemizin büyük şehirleri de işsiz kaynıyor. Dahası da var, üretici elde ettiği kazançla mutlu değil ama büyükşehirlerdeki insanlar, bir değişle tüketiciler de memnun değil. Tarlada ucuz olduğu için yüz güldürmeyen tarım ürünleri, Pazarda ise çok pahalı olduğu için yüz solduruyor.

Bunları çok yazıp çizdiğimiz için yeniden fazla detaya girmek istemiyorum ama şunu net olarak biliyoruz ki Türk tarım politikasının kurgusu yanlış… Tabi biz daha bu kurgudaki yanlışları düzeltmeden tarım sektörü yeni sorunlar da yaşamaya başladı. Hayat öyle değil mi? Hiçbir şey olduğu düzende uzun süre kalmıyor. Mutlaka yeni gelişmeler oluyor ve sizin bu gelişmeler karşısında pozisyon almanız gerekiyor.

Buyurun işte eskiden çok önemsemesek de pandemi sonrası dünyada artık gıdanın arzının sürdürülebilirliğini konuşuyoruz. Küresel kıtlıkları, açlıkları konuşuyoruz. Her ülkenin stratejik olarak kabul ettiği için ihraç kısıtlaması getirdiği ürünleri yazıyoruz. Bütün bunlar yetmezmiş gibi şimdi çok daha devasa bir sorunla karşı karşıyayız; iklim değişikliğinin getirdiği tehditler… Bu değişim bizim ülkemizde daha çok kuraklık olarak ortaya çıkıyor. İklim değişikliği olmadan önceki dönemlerde de suyuna sahip çıkmış, onu korumuş bir ülkeden söz edemiyoruz maalesef… Dolayısıyla kuraklık tehdidi olması gerekenden daha katmerli olarak sahaya yansıyor.

Şimdi ne konuşuyoruz; suya dayanıklı ürünleri, yağmur suyu hasadını, bölge ve havza bazlı ürün desenleri oluşturmayı falan… Tabi bir yandan bunları konuşurken diğer yandan hala vahşi sulama diye bir sorunu da iliklerimize kadar hissediyoruz. Peki bütün bunlar olup biterken tarımı yönettiğini düşünen kurumlar ne yapıyor? Konuşuyorlar… Hem de durup dinlenmeden aynı şeyleri onlarca, yüzlerce kez tekrarlayarak konuşuyorlar.

Oysa Türk tarımının acilen strateji değişikliğine ihtiyacı var. Hızla sanayileşen, endüstrileşen tarım sektörü karşısında küçük üreticinin korunmaya ve varlığını sürdürmeye ihtiyacı var. İklim değişikliği ve kuraklıkla mücadele için ürün ve havza bazlı yeni bir destek mekanizmasına ihtiyaç var. Hükümetin belki bu olup bitenler karşısında ortaya koyduğu tarım ihtisas organize sanayi bölgeleri projeleri temel de doğru olsa da bu kez küçük üreticiyi üretim sürecinin dışına itmekle eleştiriliyor. Ki haklılar, büyük sermayelere hitap eden bu ihtisas organize sanayi bölgelerinde küçük üreticiler nasıl yer alacaklar?

Dahası da var, bu ihtisas organize sanayi bölgelerinde su yönetimi nasıl olacak? Bu bölgeler gerçek anlamda toprak ve çevre dostu uygulamaları mı baz alacak yoksa sanayinin olduğu her yerde şimdiye kadar olduğu gibi çevre ve topraklarımız kirletilmeye devam mı edilecek? Pandemi sonrası dönemde normal piyasa enflasyonunun da çok üstünde artan tarımsal girdi maliyetleri ile nasıl mücadele edilecek. Gübreye dokunamayan çiftçi, suya ulaşamayan çiftçi nasıl bir verim elde edecek ve bununla yaşamını sürdürebilecek mi? Ya da Bakanlık nasıl bir destek mekanizması ile bu kısır döngünü kıracak ve küçük üreticiyi yeniden üretebilir yeterliliğe getirecek?

AKP iktidarının yeni bir tarım destekleme sistemi üzerinde çalıştığını biliyoruz. Zira bilmemeye imkan da yok, aylardır hatta belki bir yılı aşkın bir süredir konuşuluyor. Sorun da burada zaten tarım kesimi bu kadar acil ve hayati sorunlarla baş etmeye çalışırken, bu yeni düzenlemeye ilişkin bu kadar uzun süredir sadece konuşuluyor… Bu anlamda İzmir Ziraat Mühendisleri Odası Başkanı Dr. Hakan Çakıcı’nın değerlendirmesini çok anlamlı buldum. Diyor ki, “Tarımda bugünün işini yarına bırakmak gibi bir lüksümüz kalmadı. Zira tarım demek, üretim sezonu demek. Siz oldu olacak, çıktı çıkacak derken sezonu kaçırıyorsunuz. Yaz kış, yaz kış birbirini kovalıyor.”

Evet, tarımsal potansiyelimiz gibi üreticimizin emeğini ve geleceğini de yel gibi savurup götüren bu yanlış kurgulanmış tarımsal üretim kurgusu yerine günümüzün, dünyanın ve Türkiye’nin gerçeklerinden hareket eden gerçekçi, sonuç alıcı bir tarım politikasına acilen ihtiyaç var. Çünkü her gelip geçen tarımsal üretim sezonu ile birlikte yüzlerce, binlerce üretici bir daha dönmemek üzere toprağa veda ediyor. Sektörün tüm paydaşları ile birlikte yeni bir deneme-yanılmaya da fırsat vermeden Türkiye’nin yeni tarım politikası hayata geçirilmelidir.