12 Eylül 1980 darbesinin hemen sonrası.
Amerikalı askeri diplomat, CIA'nın Türkiye Masası Şefi Paul Henze'yi arıyor;
“Our boys have done it” (Bizim çocuklar işi bitirdi) diyor.
Paul Henze'nin Başkan Jimmy Carter'a mesajı da aynı;
“Bizim çocuklar başardı.”
Günde 15-20 kişinin öldürüldüğü cinayetler, katliamlar bıçak gibi kesiliyor. Hatırlarda Kenan Evren'in “Şartların olgunlaşmasını bekledik” sözleri kalıyor.
Peki bu çocukların başarısı ülkeye neler getiriyor;
Demokrasinin askıya alınmasının dışında 1 milyon 680 bin kişi fişleniyor. 650 bin kişi gözaltına alınıyor. Yargılanan 230 bin kişiden 7 bininin idamı isteniyor. Verilen 517 idam cezasından 50'si infaz ediliyor. İdam edilenler arasında yaşı 17 olan Erdal Eren de var.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarılıyor. 30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurt dışına gidiyor.
170 kişi işkenceden ölürken, 300 kişi kuşkulu bir biçimde yaşamını yitiriyor. Cezaevlerinde ölenlerin sayısı da 300.
31 gazeteci cezaevine girerken, gazeteler 300 gün yayın yapamıyor.
İşte çocuklarının başardıkları tablo bu.
Şimdi CIA Başkanı John Brennan bir açıklama yapmış. Diyor ki; “Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğünün yeniden sağlanacağından kuşkuluyum.”
Eğer 15 Temmuz'da çocukları başarsaydı, büyük bir olasılıkla Mister Brennan bu ülkelerin arasına Türkiye'yi de dahil edecekti.
Kusura bakma John bu kez bizim çocuklar başardı.
Bu acı günlerin üzerinden tam 36 yıl geçti.O gece, çalıştığım kurumda, TRT'de neler yaşandı. Bunu da Uğur Dündar'la birlikte yazdığımız “Yalandan Kim Ölmüş” kitabından bir alıntıyla özetleyelim;
“TRT üst yönetimi 11 Eylül'ü 12'ye bağlayan gece Genelkurmay Karargahı'nda enterne edilmişti. Karargahta İhtilal Bildirisi'ni hangi spikerin okuyacağı tartışılıyordu. Sonuçta tok sesli Mesut Mertcan'da karar kılınmıştı. Mesut Mertcan 23.00 haberlerini okuduktan sonra kafayı çekip yatmıştı... Evine gelen askerlerce aceleyle kaldırılıp karargaha getirildiğinde hala çakırkeyifti. Amiral Doğan Toktamış, elini masaya vurarak gürledi;
“Bu adam yapamaz, baksanıza sarhoş bu! Bildiriyi okuyamaz!”
Genel Müdür Kasaroğlu, “Siz o işi bize bırakın paşam! Sizi mahcup etmeyiz!” dedi. Mertcan'a hemen kahve-limon içirildi. Biraz bu karışımın, biraz da gergin atmosferin etkisiyle Mesut kendine gelmişti. Bildiriyi okudu;
“Parlamento ve hükümet feshedilmiştir. Parlamento üyelerinin dokunulmazlığı kaldırılmıştır. Bütün yurtta sıkıyönetim ilan edilmiştir. Yurtdışına çıkışlar yasaklanmıştır. İkinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı konulmuştur.”
Her şey hızla gelişiyordu. Saatler 02.00'yi gösterdiğinde Tv haberlerinin telefonu çaldı.
“Harekat başlıyor. Darbeyi görüntüleyecek kameralar nerede?”
Kameralar yoktu. Çünkü kamera dolabının kilidi açılamıyordu. Anahtarlar her yerde arandı ama bulunamadı. Merkez Komutanı Kemal Yüksel Paşa isyanlardaydı;
“Kameralar gelmeden bir yere adımımı atmam! Bu tarihi olay tespit edilecektir!”
Neredeyse kameralar gelmediği için darbeden vazgeçilecekti (!) Ama darbelerde de çareler tükenmez. Nitekim dolaplar kırıldı, kameralar çıkarıldı, harekat başladı.”
Bu acı olayın traji-komik ayrıntısı da işte böyleydi.
Tüm okurlarımın Kurban Bayramı'nı kutlar, acısız mutlu günler dilerim.