Yıl 1944. İkinci Dünya Savaşı'nın gürleyen yılları. Bir çadır, İzmir’in Menemen ovasında rüzgâra direniyor. İçinde, henüz dünyaya gözlerini tam açmamış bir bebek, savaşta görevli bir Türk askerinin kızı çevresindeki kaosun ortasında beyaz bir umut gibi bekliyor: Adı Alev Alatlı. O bebek, yıllar sonra sadece romanlarıyla değil, sözüyle, kavgasıyla, fikirleriyle, inatçı ısrarıyla bir neslin üzerinde iz bırakacaktı. Alev Alatlı, çocukluğunda, Anadolu’nun en yoksul kentlerinde kar külerken, cebinde çocuk özlemleri, aklında devasa sorular taşıyordu. Erzurum'un karları altında, kurt korkusuyla boynuna takılan düdükle, hayatta kalmanın ilk öğretisini aldı. O yıllar, hem merakının, hem dayanmanın kökleştiği yıllardı.

 Romancı Alev Alatlı, Türkiye ikliminde kendisine özgü ‘yerli’, ‘milliyetçi’, bazen Osmanlıcı çizgisiyle dikkat çekerken, diğer yanda aydın çevreler içinde ‘aykırı’ bir portre çizdi. Edebiyatımızda nehir romanlarıyla kendisine özel bir yer edinirken, bilgi birikimiyle hayranlık uyandırdı. Çok sayıda insan ona karşı eleştirilerinde özenli davrandı. Çünkü fikirlerine katılamasak da Alatlı, sivri duruşuna rağmen insanlarda şu ortaklığı yaratmıştı:

“Bu kadınla aynı dünyaya ait olmayabiliriz, ama bu durum bu namuslu ve üretken insana saygı duymamızın önünde engel değil. Çünkü inançları yönünde dürüst davrandı.”

Belki bu yazı bile bizim mahallede de eleştiri konusu olabilir. Oysa aynı çizgide olmadığımız namuslu insanlara saygı göstermek, onları anlamaya çalışmak bizleri küçültmez…

 Yazar Romancı Alev Alatlı Liseyi Tokyo'daki American School in Japan'da okudu.

Yabancı bir toprakta, yabancı bir dilde, ama hiçbir zaman yabancılaşmayacak bir akılla öğrendi çok şeyi. Ardından, ODTÜ Ekonomi ve İstatistik bölümünde lisans eğitimi; Vanderbilt Üniversitesi'nde Ekonomi ve Ekonometri yüksek lisansı; sonrasında New Hampshire Dartmouth College'da felsefe ve ilahiyat eğitimi geldi. Bu yolculuk, diplomanın ötesinde, "dünyayı anlama çabasının" bir yolculuğuydu. Batı düşüncesiyle boğuştu, homo economicus kavramına itiraz etti, yaratıcılığın sonuçlarının etik boyutunu sorguladı. Amerikan pragmatizmine karşı, Anadolu’nun kadim sezgileriyle direnç gösterdi.

AKADEMİDEN HAYATA ARAYIŞLARIN PEŞİNDEN

Amerika'daki bu çalkantalı yıllar, Alev Alatlı’nın düşünsel temelini attı:

Anlamak... Dünyayı, tarihi, medeniyetlerin çöküş nedenlerini, Batı'nın yükseldiği zeminleri anlamak. Bu arayış onu ilahiyat çalışmalarına, hatta Kahire El-Ezher'e kadar götürdü.

Fakat Alatlı, öğrendiklerini biriktirmekle kesinlikle yetinmedi:

Yazmak, anlatmak, öğretmek istedi.

"Anlatmazsam boğulurum" diyen bir ruhla kaleme sarıldı.

Yazmak için çok çalıştı. Yazdı yırttı, yeniden yazdı… Sonunda kendi üslubunu buldu. Yazarken ve düşünürken kendisi için en önemli model çok sayıda düşünürün yanı sıra, Türkiye’den esas olarak CEMİL MERİÇ oldu.  

EDEBİYATIN AYKIRI NEHRİ

Alev Alatlı'nın romanları, klasik hikâye anlatımından farklıydı.

Olaylar, karakterler, mekânlar hep bir düşüncenin izinde şekillenirdi.

Örneğin bu yaklaşımıyla öne çıkan başlıca eserleri şunlardı:

Yaseminler Tüter mi Hâlâ (1984):

Kıbrıs meselesi ekseninde bireysel ve toplumsal yaraları işler.

İşkenceci (1987):

Darbe dönemlerini sorgulayan sert bir yüzleşmenin yansıması.

Or’da Kimse Var mı? dörtlüsü (1992-1993):

Toplumsal şizofreniyi, Batı sömürgeciliğiyle çözümlemeye çalışan bir yaklaşım sergilemişti. .

Schrödinger'in Kedisi serisi:

Bir distopya ve ütopya kurgusuyla Türkiye’nin geleceğini sorgulamıştı.

Gogol’un İzinde serisi:

Rusya’nın tarihine ve insan doğasına dair keskin gözlemler taşıyordu.

Alev Alatlı’nın romanlarında, mekânın değil, düşüncenin önemli olduğu; zamansal akışın çizgisel değil, zikzaklarla ilerlediği görülür. Metinlerinde yoğun bir metinlerarasılık vardır; aynı zamanda belge niteliği taşıyan eklemelerle romanları belgesel tatlar da taşımıştı.

ALEV ALATLI’NIN AYDIN TANIMI

Alatlı, klasik "aydın" tanımlarını reddetti.

Son yıllarında (özellikle son 10 yılda kendisinin aydın rolünde neleri temsil ettiği elbette tartışma konusu olabilir.) Ama Alev Alatlı’ya göre aydın olmak, salt bilgi yığını değil; toplumun ruhunu anlamak, ahlaki sorumluluk taşımak demekti.

Bu tavrı, kimi zaman eleştirilerin hedefi haline gelmişti. Örneğin Gazeteci Alper Görmüş, Alev Alatlı’nın ölümünden sonra hakkında yaptığı bir değerlendirmede şöyle yazmıştı: “Acaba Alev Alatlı’nın devlete yaklaşmasının nedeni, salt devlet katında saygı ve itibar görme arzusu muydu yoksa iktidar ve devlete zamanla hâkim olan düşünceyle kendi düşüncesi arasındaki benzerlik mi? Gerçi her iki durumda da o kişiye entelektüel diyemeyiz..."

Bu değerlendirmenin "entelektüel diyemeyiz" yaklaşımını benimseyemiyorum.

Alev Alatlı, eserleri, sorgulamaları ve derin çalışmalarıyla salt bir "iktidar yakını" figürü değil; aynı zamanda her dönemde samimi inandığı gerçeklerin ardından giden bir düşünce insanıydı. Ancak, Alper Görmüş’ün Alev Alatlı ile ilgili "devlet sevgisinin samimi kaynaklardan beslendiği" yönündeki tespitine de katılmamak elde değil.

Sonuçta iyi incelendiğinde Alev Alatlı inandığı yaklaşımlarında her zaman samimi olmaya özen gösterdi. Bu durum da, onu bazen devleti yönetenlerle aynı yerde durduğu için, onlara yakın bir tablo içinde gösterdi. Ama Alev Alatlı duruşunda samimiydi.  

TOPLUMA BIRAKTIĞI MİRAS: KAPADOKYA ÜNİVERSİTESİ

Alev Alatlı, hayatının son döneminde, kurduğu Kapadokya Üniversitesi aracılığıyla, yeni nesiller için bir "düşünen toplum" yaratma çabasına girişti.

"Eğitim Paradigmasına Yeni Bir Bakış" kitabında, zihniyet dönüşümünü merkeze alan bir eğitim modeli önerdi. Godot'yu beklemeyin, Godot yok, diyordu. Bu bizim işimizdi…

Alev Alatlı vedasını bizlere 2 Şubat 2024 tarihinde yaşattı. Eyüp Sultan’da kılınan cenaze namazından sonra, Mihrişah Valide Sultan Haziresi'nde ebediyete uğrulandı.

Gökyüzü artık bir çadır gibi açılıyordu onun üzerine; tıpkı Menemen'de doğduğu o ilk çadır gibi. Ve geriye, "Or'da kimse var mı?" diyen, ama her defasında "Varız!" diyen nesillerin çıkardığı çok sesli yankı kaldı. İşte böyle bir Alev geçti bu dünyadan; namuslu, inatçı, arayan, düşünen bir Alev... O’nu eleştirebiliriz, fikirlerine katılmayabiliriz, ama Alev Alatlı her zaman dürüstlüğüyle bu memleketin düşünen yerli namuslu insanları arasındaydı. Bu tablo her eleştiri karşısında saygı görmeyi hak ediyor. Ruhu şad olsun…

Whatsapp Image 2025 05 07 At 10.33.13 (1)

BİR RÖPORTAJDAN

ALINTILAR

Gazeteci Nuriye Çakmak Çelik, Alev Alatlı (GZT Röportaj) ile 2022 yılında bir röportaj yapmıştı. Başarılı bir röportajdı. Alev Alatlı’nın Cemil Meriç ilişkisine de değiniyordu. Alev Alatlı’yı daha iyi tanıyabilmeniz için bu röportajdan bir bölümü aktarıyorum:

-Döndükten sonra da arayışlarınız devam ediyor sanırım.

Cemil Meriç’le de bu arayış sırasında mı tanıştınız?

Evet döndükten sonra. Bir ülkücü arkadaşım vardı, yeni vefat etti, Allah gani gani rahmet eylesin. Bana kızan, pek de seven biri değil Sabahattin. Bıkmış benden usanmış. Bir gün geldi 'Al senin kafanda bir adam' diye 'Bu Ülke'yi attı sağ olsun. Ondan sonra beni aldı bir telaş. Bu adam nasıl yaşıyor Türkiye'de diye. Çünkü dokunduğum yerlere dokunuyor ve öfkesi oradan. Ben bunu tanıyayım diye düştüm Cemil Meriç'in peşine. Gittim tanıdım sonunda. Ondan bir evvel esas tanımak istediğim Kemal Tahir'di. Ama Kemal Bey maalesef onu buluncaya kadar vefat etti. Fakat Cemil Meriç vefat etmeden tanıyayım diye attım kendimi.

-1986 yılında Edward Said’in Haberlerin Ağında İslam ve Filistin Sorunu tercümesini yayınlıyorsunuz. Ve Yaser Arafat’tan Özgürlük Madalyası alıyorsunuz.

Bu süreç nasıl gelişti, neler hissettiniz?

Filistin benim canım, Filistin benim ciğerim. Kimse yüz vermiyordu Filistin'e ve mutlaka bunun çevrilmesi gerekiyordu. Yaser Arafat istemişti. Abu Firas'dan döndü, bana söylendi. Ben yaparım tamam, dedim. Pınar Yayınevi'nin sahibi vardır, kadim dostum, Cevat Özkaya. Cevat dedi ki: 'sen buna girersen ben de kağıdını, kapağını veririm, basarız' dedi. Onun üzerine girdim yaptım. Başka da çeviri yapmadım, sevmiyorum çünkü çok sıkıldığım bir şey.

-Yaser Arafat’ın elinden alamadınız değil mi bu ödülü?

Yok, o Tunus'ta sürgün hükümetindeydi.

Gecenin bir saatinde kavasları geldi. Bak bugün giyseydim keşke onu, bir tane elbise yollamıştı bana hala durur tabii o elbise. El yapımı… Çok çeviri yaptım ona. Kitaplar, vesikalar, yorum. Hani bugün kısmen yapmaya çalıştığım gibi Türkiye'de de.

“Bunlar bunu diyorlar ama şunu demek istiyorlar, şuraya bakın” türü yardımlar.

Whatsapp Image 2025 05 07 At 10.33.13 (2)

-Özgürlük madalyası sizin için değerli bir hediyeydi değil mi?

Tabii canım olmaz olur mu. Hala bakınca gözüm doluyor.

Ve de tabii her Filistin'in başına bir şey geldiğinde ben gidip madalyayı okşuyorum. Birisi saldırdığı zaman, birisi bilmem ne yaptığı zaman. Böyle yani.

-Kitaplarınız çok sayıda baskı yaptı ve 1987 yılından bugüne birçok ödül aldı. Yazmaya başlarken böyle bir serüveniniz olacağını düşünmüş müydünüz?

Hayır, hayır. Hiç düşünmedim. Yazmak çok tuhaf bir şey evladım. Yazmazsan ölürsün.

Hele benim gibi acayip bir iddiası olan biri. Çünkü bana sorarsan dünya yanlış.

Bu insanlar, bu dünyanın içinden çıkamıyor.   

NASİHATİ

VASİYETİ

Yazar Alatlı'nın Ölümü sonrasında sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda “Nasihatimdir,vasiyetimdir” başlığıyla ünlü yazarın vasiyetine yer verilmişti:  

" Güneş her gün daha mütekâmil bir dünyaya doğmaz. Tarih ezelden ebede dümdüz uzanan doğrusal bir hat değil, devirli bir oluşumdur. Gün olur, en gerideki en öndekinden ileride olur. Aristarkus, Kopernik’e “zıpçıktı astrolog” diyen devrimci Martin Luter’den daha ilericidir. Ahmet Yesevi, Kadızade Mehmet’in çok ötesinde. Siz istihkâmlarınızı güçlendirin, zor zamanları fırsata çevirin. Benim yaşıma geldiğinizde, benim hiç olamadığım kadar hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metîn olun.
Aziz ülkemize gelince, ille de bir şeye benzetecekseniz, her budağından sürgün atan salkım saçak bir böğürtlen çalısına benzeteceksiniz Türkiye’yi. Bir sürgünü çiçeğe dururken, diğerinin kurumakta, ötekinin meyve vermekte olduğunu görün. Tek bir sürgüne takılıp kalmayın, bütüne bakmayı adet edinin. Unutmayın ki düz akılla anlaşılmaz, pergele, cetvele gelmez, kendisine has bir kimliği vardır, Türkiye’nin. Batmaz. Batarsa, okyanuslar taşar. Mademki son temsilcileriyiz Gezegen’in iyiliği için yaşatılması elzem bir medeniyetin, bizi durduracak tek ‘gerçek’, soğuyan Güneş’in dünyamızı yarı yolda bırakması ihtimali olmalı."