Şiirimizin güçlü bir sesini, geçtiğimiz mayıs ayı başında Balçova Cem Evi’nden sessiz sedasız uğurlamıştık toprağa verilmek üzere sonsuzluğa. O’nu bu yazı dizisine dahil etmek için özellikle bir süre bekledim. Bir dost yitirmenin acısı kalbimizde dinginleşsin, sağılsın, süzülsün, diye. İzmir’i çok seviyordu. Sonunda uzun yıllar önce çok sevdiği İzmir’de, hem de çok seveceği kadınla karşılaştı. Çok sevdiği İzmir O’na hemen kollarını açtı, hatta O’nu şefkatli şemsiyesinin altında kendisi için hayatının sembolü olacak bir aşkla kucaklaştırdı. Kadın da O’nu aynı oranda büyük bir aşkla sevmişti. İzmir’de hemen dostlarının huzurunda evlendiler. Birlikteliklerini, sevgilerini, aşklarını büyüterek yaşadılar bu şehirde. Sonrasında Bayındır’ın bir dağ köyüne yerleştiler birlikte.
Dostları, şiirler, şefkat ve aşk, hep ilham ve ışık verdi onlara… İşte O şairin adı Fadıl Öztürk’tü. Değerli Eşi Berrin Bicek Öztürk ile hayatını yeniden aşkla çoğaltan Fadıl Öztürk… Bizim dostluğumuz ise Piya Kitaplığı yıllarına dayanıyordu. İkimizin de kitapları Piya’dan çıkmıştı. Ben sadece destek vermeye çalışırken, O Piya Kollektifi’nin aktif sürükleyicilerindendi. Sanıyorum 35 yıl olmuştur ilk tanışıklığımız. Ortak dostlar sofrasında her zaman zarif, erdemli, hiç bozulmayan bir duruşu vardı. Yaşadığı onca fırtınalı yıldan sonra, ayakta ve dimdikti şiiriyle. Karşılıklı dostluk yıllarımız da, özenle, sahicilikle, sevgiyle sürmüştü. “Kırmızıyım” diye seslenirdi, bir şiirinden yola çıkarak bana, çoğumuza… O’nu ve şiirini çok severdim. O’nu Şair dostum Tuğrul Keskin ile birlikte hastane odasında görmüştük son olarak. Kanserine başkaldıran yüzünün arkasında yükselen yaşama sevincini, kıymetli eşi Berrin’in O’na ve hayata tutunan güçlü sevgisini hissederek ayrılmıştık yanından…
İlk Kitabıyla
Enver Gökçe Ödülü
Şimdi geride, zamana karşı durmuş dizeler, başeğmemiş bir yaşamın yankısı ve sevda gibi direngen hatıralar kaldı hepimize.
Sevgili Fadıl Öztürk 1955’te Dersim’in Mazgirt ilçesinde doğmuştu. Elazığ’da büyümüştü. Dili Kürtçeydi. Bu dilin asimilasyona uğratılmasına karşı sesini yükselten bir kuşağın yürekli temsilcisiydi. 1970’li yılların sonunda Türkiye’deki anti-faşist mücadelenin en önünde yer aldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle birlikte tutuklandı. Dev-Yol davasında müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Yaklaşık 10 yıl cezaevlerinde kaldı. Cezaevinde kaleme aldığı şiir dosyası Suyu Uyandırın Sesim Olsun (1989), Enver Gökçe Şiir Ödülü'ne değer görüldü.
Dostlarından Gazeteci, Şair, Yazar Sevgili Vecdi Erbay, O’nun yazılarını değerlendirirken, bu tarihsel yükle hemhal olmuş hayatıyla ilgili güzel bir tespit yapmıştı:
“Fadıl Öztürk, yazılarında antifaşist mücadelenin de tarihini anlatır. Kitabın kapağındaki resmin gösterdiği kurşuna dizilecek militanın yumruğu gibi muhaliftir.”
Şiir, Yalnız Bir Estetik
Değil: Bir Vicdan
Cezaevi dönemi sonrasında İstanbul’da yaşamaya başlayan Öztürk, Piya Kolektifi’nin oluşumunda yer aldı. Kunduz Düşleri, Ütopiya, Hayat Bilgisi gibi dergilerde şiirleri ve yazıları yayımlandı. 2004’te “Türkiye’deki Kürtlerin talepleri” bildirisine imza atmıştı, 2018 yılında ise Artı Gerçek’teki yazıları nedeniyle gözaltına alınmış, 1 yıl 10 ay hapis cezası almış, cezası ertelenmişti. Şiiri de bu hayatı ile örtüşen bir yerden gelişiyordu:
Bianet’te yer alan bir yazıda O’nun edebi duruşu şöyle özetlenmişti:
“Edebiyatı sadece estetik değil; politik, vicdani ve ahlaki bir araç olarak gördü. Şiirlerinde acı kadar umut, hüzün kadar direnç, kayıp kadar hatırlama vardı.”
Aşkı Bir Direnişe
Dönüştüren Şair
Fadıl Öztürk’ün şiirleri, aşkı da devrimsel bir kavrama dönüştürürdü. Onun dizeleri, sevdayı yalnız kalp işi değil, toplumsal bir hafıza olarak kurguluyordu, örneğin şöyle:
“aşk, suda ıslanmaz
kutuplarda eksi altmış derecede bile yakar insanı
...
erken tanısı yapılamayan
yüreğimizi yurt edinmiş
ve asla düze inmeyen dağlı bir kabiledir aşk”
Sevda ile sürgünü, ayrılık ile direnme hâlini birleştiren o zarif lirizmiyle, Fadıl Öztürk’ün şiiri yerli yerinde, ama daima ayakta duran bir itirazdı.
Bir Demirci Şairin
Hayatla Kavgası
Sadece şiiriyle değil, yaşamıyla da üretkendi.
Fadıl Öztürk aynı zamanda bir demir ustasıydı. Nerede ne zaman bu ustalığı kazanmıştı, açıkcası hep merak etmeme rağmen, bunu O’na hiç sorma fırsatım olmamıştım. Demirciliği de sanki mitojolide Dehhak’ın zulmüne isyan eden ‘Demirci Kawa’nın hikayesi gibi yaşamında kendiliğinden sembolize olmuştu. Çünkü O da bir Demirci Kawa’ydı.
İstanbul’un Olivyo Han’ında açılır kapanır sandalyeleri bizzat elleriyle yapardı.
Yine Sevgili Vecdi Erbay onun bu yönünü şöyle anlatmıştı:
“Fadıl içine düştüğü bütün karanlıklarla mücadele etmeyi bildi.
Açılır kapanır bir sandalyenin düzeneği yalınlığında…”
Fadıl bir derviş gibiydi. Evini evsizlerle, sofrasını sokaktaki dostlarla paylaşırdı. Bir bardak çayı, bir söz hakkını, bir satır şiiri her zaman cömertçe sunardı.
“Matmazel, Bu Akşam Yüzünde
Dalga Gibi Kırılabilir Miyim?”
Fadıl Öztürk’ün şiirleri duygusal olarak da yıkıcı bir yoğunluk taşıdı.
Sürgünü, özlemi, yalnızlığı derin imgelerle işledi.
En hüzünlü dizeleri, bir barış ve kabulleniş kadar güçlüydü:
“matmazel herkes sevişirken, bu gece yoksunuz diye
ışık gibi sönebilir miyim…”
Bu dizeler, onun hayatı boyunca taşıdığı sürgünlük hissinin ve hayata dokunma çabasının edebi kristalleriydi sanki.
Son Yolculuğu
Bir Şiir Gibiydi
Sevgili Fadıl’a 5 Kasım 2024’te akciğer kanseri teşhisi kondu.
Aralık ayında tedavi süreci başladı. 1 Mayıs 2025’te İzmir’de Ege Üniversitesi Hastanesi’nde yaşamını yitirdi. 2 Mayıs günü Balçova Cemevi’nden uğurladık Sevgili Fadıl’ı. Bütün sevdiği dostları oradaydı. Şiirler okundu tabutu başında, O’nun iyiliklerini, güzelliklerini, erdemlerini aktaran konuşmalar yapıldı. O’na yakışan bir tören oldu. Sonuçta Bayındır’ın Gaziler köyünde, çok sevdiği kadının ellerinde, dostlarının gözyaşları arasında toprağa verildi Fadıl. Herhalde hayattayken sevgili Eşi Berrin’in öncülüğüyle ilk kez bir mülkü paylaşacağı minik evi tamamlanamadan ayrıldı aramızdan. Ama aslında O’nun asıl mülkü hatıralarımıza kazınmış şiirleri oldu. Bir de Berrin ile yaşadıkları şiirsel aşkı bıraktı geride, elleriyle hazırladığı emanet bohçasına. Şair Sevgili Mehmet Çetin’in, Şair Sevgili Emir Ali Yağan’ın ve çok sayıdaki diğer can dostlarının yanına gitti sonunda.
Güzel Bir Özet
Sevgili Vecdi Erbay, şairimizin 'Saatli Muhalif Takvimi' isimli kitabını anlattığı Gazete Duvar'daki yazısında ise Öztürk'ün yaşamının özetini, şu satırlarla taçlandırmıştı:
"Dersim’de, Pêrî suyunun kıyısında doğmuştur Fadıl Öztürk. Elimizden tutar, oraya götürür, ‘Munzur’dan bir tas su’ ikram etmeyi ihmal etmeden. Elazığ’da büyümüştür, faşizme karşı burada dövüşmüştür ve kaval kemiğine inen tekmenin acısına ortak eder bizi. İçine doğduğu dil Kürtçedir. Bütün dillerin kardeş olduğunu bilir de dilinin asimile edilmesine muhalefet eder. Sonra cezaevi, şiir, açlık grevi, İstanbul, siyaset, demirci dükkanı, Piya Kolektifi, Bodrum, devrimci olarak ayrıldığı Elazığ’a demirci olarak dönmek, ayrılıklar, buluşmalar, hasretler, festivaller… Yani okuyucunun elinden tutup şehirler, insanlar, hatıralar, duygular arasında gezdiriyor. O muhalif yumruk ise havadadır."
Şiirleri Bize Yalnızlığımızı Unutturur
Sevgili Vecdi’nin değindiği gibi gerçekten de o muhalif yumruk hep havada kaldı.
Bugün Fadıl Öztürk’ün şiiri bu nedenle bize hem yaşamı hem de direnişi birlikte hatırlatıyor. Üstelik en yoksul, en çaresiz ve en kırılgan hâlimizde bile. Çünkü o dizeleriyle yalnızca yazmadı. Bizimle birlikte yaşadı. Yaşadı ve ömrünü bir devrimci gibi, bir aşığın tutkusu gibi, bir çocuğun inadına benzer ısrarıyla tamamen şiire çevirdi. Hem şiir yazdı hem de Stefan Zweig’ın dediği gibi ‘kendi hayatının şiirini’…
Şimdi bizlere düşen, bu dizelere sahip çıkmak. Çünkü Fadıl Öztürk, artık bir şiir olarak aramızda. En çok sevilen şiirlerinden birini paylaşayım, O’nu sevgi ve saygıyla anarken yeniden… Her zaman sevgiyle hatırlayacağımızı vurgulayarak:
Matmazel Bu Akşam Ölebilir Miyim?
bir ağaç gölgesini istemeden,
kimse beni eşkiya saymadan,
dağlara büyümesin diye çocuklar,
kentler artık yağmurun gözleri olsun diye
matmazel, bu akşam uykunuza düşebilir miyim...
bir ağacı kuşlara verip,
yaslanıp duvara sigara sarar gibi
küfretmeden ve arkadaşlarım gibi haberlere düşmeden
güneşin yeryüzünden çekilip ateşler içinde gitmesi gibi
matmazel, bu akşam yüzünde dalga gibi kırılabilir miyim...
sürgündüm ve cebimde ıslık,
cebimde yaralı su sesleriyle gelmiştim
saatimi yolculuklara kurup elvada demeden
sizde de sürgün düşmemek için matmazel,
en son gurbet ölümse dünyanın öbür yüzüne gidebilir miyim...
yaprakları bile kımıldatmadan
orada, hemen orada elinize bir not tutuşturup
bir devrimci gibi beş dakikadan fazla beklemeden
ama üşümeyesiniz diye yazdan sonra, kıştan evvel,
matmazel herkes sevişirken, bu gece yoksunuz diye
ışık gibi sönebilir miyim...
sizi sevmek bir intihar saldırısıdır.
beyrut’u telaviv’den özlemek gibi
oda dolusu kurumuş gül gül ve rüzgar bırakarak
gözlerinizde mülteci olmamak için
yurduma gider gibi matmazel,
bu akşam sabra şatilla’da ölebilir miyim…
camdan süzülen yağmur tanesi gibi hafif
ama taş kadar ağır düşmeden hayatınıza
cama yüzünü yaslamış çocukların nasılsa hüznü
öyle rüzgarımı saklayarak geçiyorsam hayatınızdan
anneme sormadan,babamın ayakkabılarıyla sokağa çıkar gibi
matmazel, yağmur gülüşünüze düşmeden bu akşam ölebilir miyim…
Eserleri:
Suyu Uyandırın Sesim Olsun (1989)
Esmer Bir Acı (1995)
Hep Kuzeydi Gözlerin (2000)
Benden Adam Olmaz (2004)
Ateşe Konuş Küle Ağla (2003)
Saatli Muhalif Takvimi (2020)
Ağacını Yakan Kibrit Çöpüdür İnsan (2022)