66 yıl önce İstanbul’da bir lokantada yemektedir dönemin Başbakanı Adnan Menderes. Yanında Vali Fahretttin Kerim Gökay vardır. Bir görevli pusula getirir. Pusulada Atatürk’ün Selanik’teki evinin bombalandığı bilgisi vardır.

Menderes sormadan-soruşturmadan hemen bunun radyodan duyurulmasını ister. Aslı araştırılmayan bu not, tarihimizin en karanlık sayfalarından birini yaşamamıza yol açar; 6-7 Eylül olayları.

Bu coğrafyanın gördüğü en büyük utanç günleridir. Binlerce kişi, başta Rumlar olmak üzere gayrimüslimlere ait ev ve iş yerlerini yakıp yıkmış yağmalamış, tecavüz olayları yaşanmıştır. Kiliseler yakılmıştır.11 kişi hayatını kaybetmiştir.

İçeride-dışarıda sıkışan Demokrat Parti hükümetinin yararlandığı bir provokasyondur.

Yıllar sonra iktidar yakını İstanbul Ekspres gazetesinin daha olay gerçekleşmeden 2 saat önce “Ata’mızın evi bombalandı” manşetiyle ikinci baskı yaptığı ortaya çıkacaktır. Tirajı 20 bin olan gazete, 6 Eylül’de tam tamına 290 bin basılmıştı!

Emekli general Sabri Yirmibeşoğlu, bir röportajda da “6-7 Eylül, Özel Harp Dairesi işidir. Amacına da ulaşmıştı” demiştir.

Olayların ardından ülkemizde yaşayan binlerce Rum Türkiye’den göç etmek zorunda kalmış, mallarına da el konulmuştur.

Hatta Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın Aya Triada Kilisesi’ni gezerken kapıda yanındaki Adnan Menderes’e, “Adnan bu muydu yapacağın” diye sitem ettiği söylenir.

Neticede, 6-7 Eylül, yazar Mehmet Dilbaz’ın dediği gibi; “Ama’sı, fakat’ı olmayan milli utancımızdır!”

***

Rum kökenli Fenerbahçeli Lefter Küçükandonyadis, defalarca Ay-Yıldızlı formayı giymiş bir futbolcumuzdu. Büyükadalı’ydı.

O gün Lefter’in de evi taşlandı, linç edilmek istendi. Haberi alan Sarı-Lavcivertli taraftarlar takalarla adaya akın ettiler, onu korumaya aldılar.

İşte o kara günü anlatıyor “Ordinaryüs” lakaplı futbolcumuz;

“15 gün önce gol attığımda omuzlardaydım, o gün ise kayalar ve boya tenekeleriyle karşılaştım. En kötüsü harçlık verdiğim çocuklar evime saldırdı. Kızlarım küçüktü, onları öldürmeye kalktılar. Çok sordular ‘kim yaptı’ diye, o gün de söylemedim, bugün de söylemeyeceğim.”

Usta spor yazarı İslam Çupi de yazısına unutulmaz bir başlık atmıştı;

“Ulan Lefter sizin milliyetçiliğinize bir öksürse, füzesiz aya gidersiniz!”

Lefter Türkiye’yi terketmedi, son nefesini de İstanbul’da verdi…

***

Alekos Papadopoulos, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve bir İstanbul Rumu’ydu.

Askerliğini Erzurum’da yapmıştı. Gazetecilik yapıyordu, Embros Gazetesini çıkarıyordu arkadaşlarıyla. 6-7 Eylül’ü yaşadı Alekos. O, çoğunluğun yanlış bildiği gibi Yunanlı değil Romalı’ydı!

Datçalı meslektaşımız Sedat Kaya, ikimizin de dostu Alekos’un 15 Eylül 1955 tarihli makalesininden bir bölüm paylaştı. Alıntılayalım; “Burada, yerimizde kalacağız. Kiliselerimizi yeniden yapmak, ölülerimizi gömmek, okullarımızı, iş yerlerimizi, evlerimizi toparlamak için düştüğümüz yerden doğrulacak ve yerimizde kalacağız. Doğduğumuz büyüdüğümüz, dedelerimizin ve babalarımızın kırık dökük de olsa mezarlarının bulunduğu bu ülkede kalacağız, yeni bir dünya yaratacağız kendimize. Sebat ve cesaretle o harabelerin arasında yine yaşantımızı düzene koyacağız (…) Sesimizi yükselteceğiz ve başımıza gelen bu felaketin gelmemiş olması gerektiğini haykıracağız (...) Büyük bir çınarın toprağı kökleriyle sarması gibi, bu ülkede köklerimiz olduğunu devamlı söyleyeceğiz. Dallarımızı budayabilirler ama yaşlı ağacımızın köklerine kimse ulaşamaz!”

Kalamadı Alekos ülkesinde. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında kucağında 3 yaşında çocuğuyla Yunanistan’a göç etti. 88 yaşında ve hala gazeteci, hala yazar o! Barıştan, kardeşlikten, insan sevgisinden başka şey düşünmeyen, hem memleketini İstanbul’u özleyen bunu da satırlara sık sık döken bir kalem erbabı Alekos.

***

Lefter ve Alekos… İki Paslanmaz Yürekli insanımız. Memleketlimiz! Üzmüşüz, incitmişiz, kırmışız.

Onlar asla düşmanlık, nefret duymamışlar doğdukları Türkiye’ye.

Biz barıştan, kardeşlikten yana, sevgiden yanayız. Ozanın dizelerindeki gibi “elele büyüteceğiz sevgiyi”. Kutuplaşmaya, nefret söylemine karşı çıkacağız. 

Bu güzel coğrafyanın tarihine 6-7 Eylül gibi, utançla anacağımız sayfalar eklenmesin.

Yaşasın barış, yaşasın kardeşlik!

***

Özdemir İnce’nin tanımıyla “Yunanlıların Nazım Hikmet’’i Yannis Ritsos’un “Barış” şiirinden dizelerle sonlayalım yazıyı;

Çocuğun gördüğü düştür barış. / Ananın gördüğü düştür barış. / Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış. (…) Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların / Sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın. / Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir. (…) Kardeşler, barış içinde ancak derin derin soluk alır evren. / Tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini. / Kardeşler, uzatın ellerinizi. / Barış budur işte.”