Dünya büyük bir liderini, insanlık büyük bir yoldaşını yitirdi. “Comandante”ye dair bu tümceyi yazdıran nedir? Yalnızca çok saygın yaşamı ve mükemmel mücadelesi mi? Kuşkusuz bunlar bile, Fidel Castro’yu “unutulmazlar ve ölümsüzler” listesinin onurlu bir öznesi yapar. Ama bence dahası var.
Nicedir “entelektüel çürüme” ve “cehaletin vahşi egemenliği” üstüne yazdığımızı, sürekli okurlarımız anımsayacaktır. Tel maşa teknolojik hokkabazlıklar ve şişirilmiş medya yalakalıkları eşliğinde, ülkeleri ve yeryüzünü yöneten “idari kadroya” bakınız. Ağızlarından bir özlü söz, dile ve algıya saygılı bir cümle, bilgi ve birikim imbiğinde demlenmiş, akılda kalacak bir kelam işitebiliyor musunuz? Dünya görüşlerini, ideolojilerini, hepsinden vazgeçelim, gündelik bir tavrının, tutumunun ya da davranışının gerekçesini, şiddet dili ve demagoji safsatasına sığınmadan anlatabilen birini söyleyebilir misiniz? Görüşlerine katılmasak bile, edasıyla kelamıyla anlamamıza yardımcı olacak, onaylamasak da ahvalini konumlandıracağımız, “istikrar sahibi” bir şahsiyeti, gönül rahatlığıyla “budur” diyerek gösterebilir misiniz?
Çok büyük bir genelleme yaptığımın farkındayım, ama dünyanın bugünkü hali ve pür melali, aynı zamanda yeryüzünü biçimleyen “idari kadronun”da yansıması değil midir? Fidel Castro, dünya görüşüyle yönetim arasındaki diyalektiği çözmüş, neyi neden yaptığını açıklayacak bilgi ve birikime sahip, tutum ve davranışıyla farkını ortaya koyan “önder ve lider kuşağı”nın belki de son temsilcisiydi. Onu değerlendirirken, bu niteliğini gözden kaçırmak, bizi kolaylıkla sağ sığlıklarına, sol hastalıklarına, liboş savrukluğuna düşürebilir. Ne demek istediğimizi anlamayan varsa, Castro’nun ölümünde sonra, göbek atanlara, sol jargonu tepetaklak eden “tahlildar”lara ya da bir “pop star” yaratmak için yırtınanlara bakıversin.
Görülecek olan, felsefeden iyice uzaklaştırılan, cehaletin ve ilkelliğin sırtının sıvazlandığı, şiddet ve savaşın bir kader gibi dayatıldığı bir dünyanın sefaleti olacaktır. Bizzat bu idari kadronun yol açtığı insanlık dramlarından, dinlerin, halkların, ulusların, ırkların birbirine düşürülerek çıkılabileceği propagandasının, nasıl pazarlandığı görülecektir. Duyarlıkların ve insanlığın on binlerce yıldır biriktirdiği değerlerin nasıl çöpe atıldığını, kitleleri uyuşturmak ve sürüleştirmek için, nasıl en tehlikeli ve onulmaz güdülerin okşandığını, kışkırtıldığını görmek için, ille büyük bir düşünür olmaya gerek yok. İnsan olmak yeter. İşte o zaman, Castro gibi insanların, neden ömürleri boyunca barış, eşitlik, eğitim, sağlık, insan hakları dediği anlaşılabilir. Ülkesine ve yeryüzüne, insanlığa yakışır pencereler açmak, hedef koymak ve bunun nasıl olacağını –kapitalizmin ve emperyalizmin korkunç kıskacına ve yüzlerce suikast girişimine rağmen- kanıtlamak, Fidel Castro “olmanın” öteki adıdır. Bir ada ülkesinin, bütün bu koşullara rağmen, sağlıkta, eğitimde, kadın ve çocuk hakları alanında, sporda, kısaca dünya liglerinin tepelerinde nasıl dolaştığını anlamaksa, bunları bilmeden mümkün değildir.
Yaşamıyla, yazıp söyledikleriyle, en önemlisi eyledikleriyle, “Comandante” bilmeyenler için bir “ders”, bilenler için “ödev” olarak duruyor. Mustafa Kemal Atatürk için o sözleri niye söylemiş, örneğin buradan başlanabilir.
İnsanlık, Fidel Castro'yu unutmayacak. Onur, özgürlük, yurtseverlik, barış ve sosyalizm ve cümlesiyle insanlığın insanlığa armağanı kavramlar, eylemler ve hakikat, asla onsuz anılmayacak. Aynı çağda ve safta yaşamak ne güzeldi. Saygı, sevgi ve minnetle Büyük İnsan…