Korkunç bir deprem fırtınası, on binlerce canı bizden kopardı, yüzbinlerce insanımızı yaraladı, ekonomik, sosyal ve kültürel birikimimizi mahvetti, yaşamları dağıttı. Canının derdine düşmüş bir ülke, bunun yıllara ve kuşaklara mal olacak travmalarından ve sonuçlarından henüz habersizdir. Yaramız tazedir, hüznümüzün dumanı dağılmamıştır, kederimiz yüreğimizde taş gibi durmaktadır.

***

“Şahtık şahbaz olduk” sözü, bir kez daha acı, keskin ve acımasız biçimde karşımızda. Çapımız, çeperimiz, kalibremiz, algımız, bilgimiz, öngörümüz, hazırlığımız, nihayet ahlakımız ve vicdanımız bir kez daha kantara çıktı. Bu belirlemelerin ilk muhatabı ve birinci dereceden sorumlusu, kuşkusuz iktidardır, seçilmişi ve atanmışı ile her kademeden mensubudur, örtülü ya da açık koalisyon ortakları ve her türlü destekçisidir.  Bu sorumluluğa, sorgulamaya ve hesap vermeye ne kadar hazır olup olmadıklarına gelince, onun da ilk göstergesi artık hiç kimseyi şaşırtmayan söylemleri ve uygulamalarıdır. Şiddet ve hakaret dilinden korkutmaya, tehditten çarpıtmaya ve trollerden medet ummaya ve kendinden başka herkesi suçlamaya sığınan bu söylem ve uygulamalar, her açıdan gerici ve antidemokratik bir fotoğraf oluşturuyor. Kuşkusuz ideolojilerini, ülkeye ve yeryüzüne biçmeye kalkıştıkları geleceği bilenler için de bunlar şaşırtıcı değildir.

***

Oysa bütün bu vahameti aşmanın çok basit bir yolu vardır: Açıklık, şeffaflık, sorunları belirleme ve çözümleri aşma yolunda paydaşlık, dayanışmayı ve ortaklaşmayı tüm toplumu kapsayacak bir duruşa dönüştürmek. Bunları yapamıyor ve başaramıyorsanız, kalemşorlarınız ve lafazanlarınız istediği kadar “siyaset üstü” çağrıları yapsın, siz tepeden tırnağa siyasi kazanımlarınızın ve iktidar ikbalinizin peşinde olduğunuzu kanıtlarsınız. Böylesi bir tutumdan, yalnızca kendi ülkesi için değil, bir kısmı birbirine “düşman” edilmiş coğrafyalardan, devletlerinden ve halklarından gelen yardımları, dünyanın barış ve kardeşliğine dair umutların göstergesine çevirmesi beklenemez. Bu fotoğrafı yaratanların ve yaşatanların, sosyal medya saçmalıklarından, bilgi kirliliğinden, toplumsal yarılmaları uçuruma dönüştürdüğünden habersiz provokasyonlardan yakınma hakkı olabilir mi? Yasaklamalar, engellemeler, hedef göstermeler, ağzından çıkanı kulağın duymadığı kesin olan akıl, bilim ve izan dışı söylemler, keşke bu soruyu yanıtlamayı kolaylaştırsaydı. Sorunları gidermenin yolu, başka sorunlarla ve gündem belirleme hezeyanları olabilir mi?

***

Bütün bunları konuşacak, tartışacak, bu korkunç afetin yansımalarını her boyutuyla ortaya döküp, görüş ve önerilerimizle sorumluluğumuzu yerine getirmeye çalışacağız. Bizim çok ciddi sorunlarımız vardır. “Hiçbir şey eskisi olmayacak” sözü, bu kadar yakıcı olmamıştı. Bu kararlılık, başkasının yerine gelmiş, demokrasi gereği mutlaka yerini başkasına bırakacak olan hali hazırdaki iktidardan beklenmeyecek kadar sorumluluk, disiplin ve çalışkanlık gerektiriyor. Örneğin bugünlerde sıklıkla yinelenen bir söz var: “Coğrafya kaderdir”. İbn-i Haldun’un sözü, yaşadığımız vahameti tek başına açıklayabilir mi? Hayır. Coğrafya bizden milyonlarca yıl önce vardı, bizden sonra da var olacak. Bence o bizim değil, biz onun kaderiyiz. O müthiş birikimiyle, armağanıyla, dersiyle, örneğiyle, uyarısıyla, yalvarışıyla karşımızda. Biz, onun bu duruşunun üstüne geldik. Asıl biz onun kaderiyiz. Ona yaşattıklarımızla, onu kullanışımızla, onu değerlendirmemizle, ona saygımızla, onu anlamamızla, ona uyumumuzla... Ya da bunların hiçbirini yapmamamızla, onun bugüne denk düşen sürecinin kaderiyiz. Ve korkarım, coğrafya kader mader dinlemeyip, doğanın ona biçtiği süreci yaşıyor ve kaderine kim denk düşüyorsa, ona da aynen yaşatıyor. Coğrafyayı kaderleştirip yaşattığı kederlere ah vah diyeceğimize, onun kaderine düşenler olarak bizim neler yapıp ettiğimize bakmakta yarar var. Ne yapmalıyız, nereden başlamalıyız?

Ece Ayhan, işe en yakıcı yerden kapı açıyor:

“Buraya bakın, burada bu kara mermerin altında,

Bir teneffüs daha yaşasaydı,

Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür,

Devlet dersinde öldürülmüştür.

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:

-Maveraünnehir nereye dökülür?”

***

Bir çocuk daha böylesi felaketlerde ölmesin, daha güzel bir ülkede ve dünyada yaşasın istiyorsak, demokrasinin ve yurtseverliğin omuzlarımıza yüklediği sorumlulukla yanıt aramak ve bulmak zorundayız. Doğa bunu bir kere daha anımsattı, sıra coğrafyada ve onu yaşayanlarda.