Ömrümün önemli bir kısmı, İlhami Ortekin dönemi Aydın Belediyesi mesaisini saymazsak, İzmir yerel yönetimlerinde ter dökerek geçti. Su içinde 20 yılı hayli geçen bir zaman diliminin tortuları, beş altı defter tutmakta ve “Ben Danışmanken” adlı kitabın içinde yer almayı beklemektedir. Şimdiden reklamını yapmak gibi olmasın, hayli eğlenceli, bir o kadar düşündürücü ve de ibretler manzumesi olacak. Beni bu inanılmaz macerayla tanıştıran, hayatı, kenti, ülkeyi ve insanımızı daha yakından tanımamı sağlayan Kocaoğlu, Soyer, Akpınar, Tugay ve ışıklar içinde uyusun Ortekin başkanlara bir kere daha teşekkür ediyor, aynı coşkuyla çalışıp, bir ile yapma saadetini benden esirgemeyen tüm güzel insanları saygı ve sevgiyle selamlıyor, yitirdiklerimizi hüzünle anıyorum.

Şimdi o insanlardan kimileri, İzbeton odaklı bir soruşturma çerçevesinde gözaltındadırlar. Onların, yakınlarının ve mesai arkadaşlarının nasıl bir ruh halinde olduklarını çok iyi bilirim. Başkan Kocaoğlu döneminde yüzlerce yıl mahkûmiyet istemiyle açılan davalar sırasında, Büyükşehirdeydim. Hatta kendine gazeteci diyen bir tip ile berbat işlerine yol vermediğim için öç almaya kalkan yandaşlarının ihbarı sonucu, birkaç günlüğüne benim adım da gazetelerde, internet ortamlarında geçmişti. “Birkaç günlüğüne geçmişti” diyorum çünkü iftiranın ne kadar saçma, iftiracıların ne kadar zavallı oldukları tez zamanda anlaşılmıştı. Sonra içlerinden kimi özür diledi, kimileri ortadan toz oldu. Beni asıl sevindiren ise Başkan Kocaoğlu ile mesai arkadaşlarımızın, asla kuşku duymadığım onurlarıyla aklanmalarıydı. O günlerden bir acı ise yüreğimde taptaze durmaktadır. Organizatör ve yapımcı olarak, özellikle tiyatro sanatına çok değerli katkılar veren Alaittin Eraslan dostumu, o günlerin boğucu etkisi sayesinde de genç yaşında yitirmiştik.

O gün olduğu gibi, bugünkü soruşturmanın da hukuka, vicdana, adalete, evrensel insanlık hak ve değerlerine uygun biçimde yaşanmasını bekliyor, Başkan Soyer ve çoğuyla aşina olduğumuz arkadaşlarının pırıl pırıl biçimde bu kentin sokaklarına döneceğine inanıyorum. Daha yaşanır bir dünya, daha güzel bir ülke, ancak hukuk ve kurumları ile tanımlanabilir. İnsanı ilkellikten, toplumları sürüden, ülkeleri bataklıktan, barbarlıktan ve cehennemden ayıran şey, duyguda, düşüncede, harekette, davranışta ve uygulamada egemen olan hukuk ve adalettir. Bu yazı yazılırken, soruşturmalar sürüyordu. Çarkı bazen ağır döner ama ne iyidir ki gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.

Gözaltı listesi hayli uzundur. Ölmüş bir belediye memurunun da adının yazıldığı görülmektedir. Ama özellikle iki ad, nitelikleri ve işleri herkesi şaşırtmıştır. Bunlardan biri doktordur, öteki çağdaş tiyatromuzun çok önemli adlarından biridir. Adlarını 0okuyanların ya da işitenlerin, “İzbeton’un işiyle, gücüyle, bir başka deyişle, kumuyla, çakılıyla, asfaltı, zifti, kaldırım taşıyla bir doktorun ve bir tiyatrocunun ne alakası olabilir” diye düşünmeleri normaldir. Yazının bundan sonraki kısmını, izninizle mesleki tanışıklık nedeniyle Sayın Yücel Erten özelinde sürdüreceğim. Umarım ve dilerim ki, benzer kişiler ve durumlar üstünde düşünülmesine ve işlerin bundan sonrasına dair yol arayışlarına bir tutam katkısı olsun.

Soruşturma ve göz altılara dair çok şey okudunuz, yineleyerek zamanınızı almayayım. Erten, Başkan Soyer zamanında Şehir Tiyatrolarına Genel Sanat Yönetmeni olarak atanmıştır. Avni Dilligil’in kurduğu, Prof. Dr. Özdemir Nutku tarafında tozlarından kurtarılmaya çalışıldığı ve kalıcılığın sağlanamadığı toplam 70 yıl sonra Erten yönetimiyle “yeniden” diriltilmeye çalışılacağı haber, kuşkusuz hepimizi çok heyecanlandırmıştı. Kendi adıma, o süreçte ve bu köşede –bana göre- meslek, etik, yasa ve geçmiş deneyimlerin ışığında üç adet yazı yazdım. Ancak bir kere çağrıldığım bir toplantıda, Başkan Soyer’e ve katılımcılara iyi niyetle düşüncelerimi açıkladım. Bana göre gömlek kesimi tartışmalıydı, ilk düğmesi yanlış iliklenmişti. Bu durum, görev sırasında da, görevi bitmesi sonrasında da değişik tezahürlerle kendini kanıtlamıştır. Meraklıları bilir ki, özellikle görevinin bitme sürecinde ve sonrası, Erten’le basın ve sosyal medya mecrasında polemikler yaşadık. Hepsine kolaylıkla ulaşabilirsiniz. Sözün ve düşüncenin başka mecralara evrildiğini, çekildiğini ve amacından saptığını gördüğüm anda, bu polemikten çekildim. Bugün bir kere daha yinelemeliyim ki, genelde tiyatro, özelde Şehir Tiyatrolarına dair düşüncelerini, tavrını ya da uygulamalarını ne kadar eleştirsem de, bir gerçeği herkese ve ısrarla anımsatırım: bu ülke tiyatrosunun son 50 yılını konuşmaya başladığınız anda, sözünüz ve yolunuz Erten’e uğrayacaktır, uğramalıdır. Çevirdiği, uyarladığı ya da sahneye koyduğu birçok oyun için, ona teşekkür borçluyuz.

Bütün bunları anlatmak, sorumuzu hala yanıtlamıyor: Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeninin, İzbeton’la ve ne alaka ilişkisi olabilir. Erten gibi niteliklere ve göreve sahip birinin, böylesi bir soruşturmada adı niye geçer? Özellikle sosyal medyada duygusal açıdan son derece haklı ama yasa ve uygulama açısından son derece bilgisiz hezeyanları bir tarafa bırakmak zorundayız ki, soruya yanıt verebilelim.

Erten elbette asfalt konusunda yetkin bir kimyager ya da kaldırım döşemesi konusunda uzman bir mühendis olduğu için İzbeton Yönetim Kurulu üyesi değildir. Büyükşehir Belediyesi yasasında ya da uygulamasında, Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenine, hak edişini “görev tanımıyla” sunma işlemlerine olanak vermeyen saçmalık, 80 yaşında ve mesleğinin önde gelen adlarından birini soruşturmalarla, göz altılarla muhatap kılmıştır. Yalnızca bu gerçek bile, ötesini merak ettirmemektedir. Bu saçmalığın, ilgililer tarafından da görüleceği ve Erten’in serbest bırakılacağı beklenmelidir. Bu mevzuat tuhaflığı bir yana, bildiğim kadarıyla düzenli olarak kullandığı ilaçları, yaşının gerektirdiği konfor ve düzen ihtiyacı bunu gerektirmektedir.

Sözünü ettiğim polemik sürecinde, ne yazık ki şamataya ve sarakaya kurban gitmiş bir saptamamı burada yinelemek ve anımsatmak zorundayım: “Bir tiyatronun yapacağı en son iş oyun sahnelemektir.” Hak edişlerini bile görev tanımıyla Genel Sanat Yönetmenine ödeyemeyen, alakasız bir yerde bilmediği konularda karar defterlerini imzalamaya yönlendiren bir toplaşmayı, yalnızca üç beş oyun sahneledi diye “tiyatro” olarak tanımlayabilir miyiz?

Erten ve Büyükşehir’in emekçileri hele özgürlüklerine kavuşup, alınlarının aklarıyla hayata karışsınlar, bize şimdi gerekli olan budur. Ne hayat, ne sanat… Özgürlük olmadan asla!