Yakın zamana kadar, başta tiyatro olmak üzere özellikle sahne sanatları için “sanat sezonu” 1 Ekim’de başlar, Mayıs sonunda biterdi. Yaz ayları “turne” mevsimini oluşturur, sanat emekçileri yollara düşerdi. Daha sonra böyle bir ayrıma gerek olmadığı düşünüldü, sanata süre biçilemeyeceği dillendirildi. Yine de 1 Ekim “Ve Perde!” demenin günü olmanın ayrıcalığını ve güzelliğini asla terk etmedi. “Sezon” sözcüğü bildiğiniz gibi İngilizcedir, Türkçesi “mevsim”dir. Konumuza dair kullanımı için “Sanat Mevsimi” önerildiyse de -ki ben de ısrarla kullanmaya çalışırım- pek tutmadı. Öyleydi böyleydi derken, geçtiğimiz Çarşamba günü 1 Ekim’di ve başta Devlet Tiyatrolarında olmak üzere perdeler açıldı. Tüm emekçilerine, ödenekli ya da ödeneksiz tüm kurum ve kuruluşlarına, umarım her gün biraz daha çoğalacak yetişkin ve çocuk izleyicilerine kutlu, umutlu, başarılı, alkışa değer olsun!

Başlangıçlar güzeldir, iyi temennilerle, hazırlıklarla, tutarlı duruş, politika ve öngörülerde güç almalıdır. Sanırım en fazla da emekçilerinin gerçekleri Türkçe ve mertçe görmeleri, göstermeleri, halının altına süpürmemeleri, işlerine dair öncelikle “düşünce” üretmeleri gerekmektedir. Çünkü başlangıç coşkumuzdan özür dileriz ve fakat durum hiç de coşku duyulacak halde değildir.

Bu yıl, DEÜ GSF eğitim sürecini saymazsak (hiç sayılır mı, o süreç ve öğrencilik hiç biter mi? Bende hiç bitmedi, bitmeyecek. “Oldum” diye kostaklananların kulakları çınlasın!) “Tiyatrocu” olarak 45 yılı geride bırakıyorum. Bu yılların içinde başarılar kadar başarısızlıklar, pek çok ödül kadar her biri keder düş kırıklıkları, sayısız iş, sayısız emek ve ter günleri vardır. Yasaklamalar, 12 Eylül faşizmi ve bir türlü silinmeyen hayali ile aramızda dolaşan hayaletleri, tanımaktan, öğrencisi, yoldaşı, yazarı, yönetmeni, öğretmeni olmak onur duyduğum nice insan, olmasa da olur nice organizma, bilgesi cahili, gerçek emekçisi ile alçakça sömürgeni geçip gider gözümün önünden. Gidenlerimizi saygıyla, onurla, minnetle anarım. Ama şunu açıkça söyleyeyim ki, son yılların ağır, kara ve umut yalvaran aydınlık bekleyen atmosferini, ben hiçbir dönemde yaşamadım. Bu yalnızca sanat için değil, hayatın her alanı için geçerlidir. Yanlış anlaşılmak, sanatı hayatta koparıp, uzayda tek başına dolaşan şımarıklık ve vurdumduymazlık gezegeni olarak görenlerle ve böyle yaşayanlarla, aynı sepetten sayılmak istemem. Tamam, sanat hayattan kopuk değildir, koparılmamalıdır ama hayat ve onu sürdürenler de sanattan kopmamalıdır. Ne demek istiyorum? Sıklıkla yinelenen ana bir türlü gereği yapılmayan şu söz, acaba söylediklerimi kanıtlar mı: “Sanatsız kalan bir ulusun, hayat damarlarından biri kopmuş demektir” İsterseniz bir de tiyatroya dair bir sözü daha anımsayalım: “Tiyatro, bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır.” Askeri açıdan benzersiz bir komutan olması yanında, yeryüzünün gördüğü en çağdaşlık ve aydınlanma öncülerinden olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu sözleri neden söylemiş olabilir? Bu sorunun yanıtını, günümüz dünyasına taş devrine döndürmek isteyen, bilgi, görgü, entelektüel duruş açısından yerlerde sürünen liderlikler, politikalar ve uygulamalar elbette veremez. Çünkü yeryüzünün ve memleketin kültür ve sanat düzeyinin sorumluları, bizzat bu zihniyetin özneleridir.

Böylesi satırlar yazıp sunmak istemiyorum ama ben okurlarına pembe düşler, körfezdeki dalgın su teraneleri satanlara benzeyemem ve bu gazetenin başlığında da yazdığı gibi “gerçeklerden hepimiz sorumluyuz” sözünün yükünden kendimi azade sayamam.

Bilet fiyatlarının 2000-3000 lira olarak telaffuz edilmesinden, sanat emekçilerinin sahneden ve işliklerinden çok mahkeme salonlarında görülmesine konuşulacak çok şey var. Örtülü ya da doğrudan sansür ve yasaklama dayatmalarından çocuk tiyatromuzun hallerine fotoğrafı rötuşsuz görme durumumuz var. Şehir Tiyatromuzun üçüncü yılda üstüne düşenlerden bu şehirde 9 tiyatronun birden neden kapandığını ve neden hiç kimsenin buna dair iki çift laf etmediğini merak etme yükümlülüğümüz var.

“Bunca dert sıkıntı varken, bir de bunları mı düşüneceğiz” diyenler olacaktır. Onlara da yanıtımız şudur: hayatında sanat olmadığı için, sanattan yardım almadığın ve sanatlı bir hayat yaratıp yakışmadığın için, işte bunlar yüzünden başında bunca dert var! Gözündeki, gönlündeki ve önündeki kara perdelerden kurtulman için, o perdenin açılmasına ve ardındaki ışığa ihtiyacın var canım kardeşim!

O perde hayata, insana, gerçeğe ve gelecek inadıyla açıldı, açılıyor ve hep açılacak! Hepimize kolay gelsin!