​13. Bedia Muvahhit Tiyatro Ödülleri verildi. Ödüllendirme enflasyonu yaşanan ve giderek inandırıcılığını yitiren memlekette, “Bedia Muvahhit Ödülleri”nin bana göre önemli ve ayırt edici özellikleri var. İşin, tiyatro emekçilerini yüreklendirme, başarılarını kayda alma ve nitelikli ürünler, çabalar ve özneleriyle rol model oluşturma değeri malum. Toplumun, devle5tin, hükümetin, yerel yönetimlerin dikkatini çekme işlevi tartışılmaz. Sayesinde elde ettikleri artı değerlerin bir kısmını, bu ülkenin kültür ve sanatı harcaması konusunda varsılları harekete geçirmesi çok önemli. Yarım asra yakındır yazan, çizen, yöneten, düşünce-söz-eylem üretmeye çalışan bir tiyatrocu olarak, kazandığım ödüllerin beni –hele ki genç yaşlarımda- nasıl yüreklendirdiğini ve aynı zamanda sorumlulukla donattığını anlatmaya sözcükler yetmez. Bu yılki ödüllerde “Yazarlık Ödülünü” vermem istendi. Aynı zamanda geçmişte öğrencim olan Onur Atacan’a ödülünü yürekten kutlayarak verirken, bir iki anımsatmada, ricada, dilekte, özellikle yerel yönetimlere –kaçıncı kez- çağrıda bulunmaya çalıştım. Bu yazının konusu budur ve SAHNE TOZU TİYATROSU, bir özel tiyatronun kalkışacağı en büyük çılgınlığı 13 yıldır sürdürmeseydi, ödül öznesini BEDİA MUVAHHİT olarak seçmeseydi, parçası olmaktan onur duyduğum bu tiyatronun emekçileri, destekçileri ve camiamızın aklını, bilincini, duyarlığını ve sorumluluğunu yitirmeyen ustaları olmasaydı yazılamazdı. Bütün bunlar, Sahne Tozu Tiyatrosu’nun kurucusu, Genel Sanat Yönetmeni ÇAĞLAR İŞGÖREN sayesindedir. Sevgili kardeşim, dostum ve yol arkadaşımın kişiliğinde bu işin parçası olan, ödül kazanan, ödenekli ya da ödeneksiz olarak bu kentin ve bu ülkenin kültür ve sanat damarlarına emek ve ürün sunan herkesi yürekten kutluyorum. Gelelim ödül sunma konuşmamdan kimi satır başlarına... Hepsini yalnızca burada okuyacaksınız. Çünkü ve mesela ödül gecesinin üstünden günler geçti; yerel yönetimlerin basın bürolarından servis edilen bültenlerde, necip yerel medyamızın “kes-yapıştır” haberlerinde, sosyal medya güllerimizin paylaşımlarında, söylediklerime dair iki satır okudunuz mu? Okumadınız, okuyamazsınız. Çünkü nicedir, gerçeklerden, çözüme yönelik önerilerden, fincancı katırlarını ürkütmekten korkan ve doğruyu söyleyenlerden nefret eden hastalıklı bir anlayışla boğuşuyoruz. Beis yok, buradan ve şimdi okuyacaksınız:
​“Bedia Muvahhit, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün öngörüsü ve isteğiyle, “Türk ve Müslüman” kimliğiyle sahneye ilk çıkan kadındı ve o sahne İzmir’deydi. Kordon’daki Tayyare Sinemasında, “Ceza Kanunu” adlı oyunda sahneye çıkması, yalnızca mesleki bir özgünlük taşımıyor, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kadına verdiği önem ve değeri, tiyatro özelinde herkese gösteriyordu.
​Şimdi o sinemanın yerinde, aynı adı taşıyan betonarme bir konserve kutusu vardır. Düşünenlere teşekkür edelim ki, sokağa bakan duvarında kimselerin okumadığı bir levhada olayın özeti vardır. Hiç olmazsa, en azından, ya o da olmasaydı… diye başlayan tümcelere muhtaç olmak da kolektif ayıplarımızdan biridir.
​Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda “Kadın Devrimi” ile özetlenir. Bedia Hanımın sahneye çıkması, cinsler arası eşitlikten, toplumsal algıdaki devrime, tiyatro sanatının çok büyük açılımlarından birinden bugün yobazlığın tüm bu kazanımlara savaş açmasına, çok yönlü, çok katmanlı ve sahip çıkılması gereken çok tarihsel duruşlara paha biçilmez değerdedir. Bu değerler listesine laikliği, çağdaşlığı, aydınlanmayı da eklemekle yükümlüyüz.
​Peki, bunları anımsatmak, 13 yıldan beri yalnızca Sahne Tozu Tiyatrosunun görevi midir? Yıllardır her fırsatta yazdım, konuştum. O apartmanın karşısındaki çimlerin üstüne, denizin kıyısına neden bir “Bedia Muvahhit Anıtı” dikilmez? Neden o anıtın duvarlarında üç beş dille bu müthiş olayın öyküsü paylaşılmaz?
​Yıllarca bu kentin yerel yönetimlerinde çalıştım. Dilimde tüy bitmesi, kimi zaman verilen sözlerin yerine getirilmemesi bahanesine sığınmadan, bu başarısızlığımdan ve beceriksizliğimden dolayı özeleştiri veriyorum.
​Hazır birçok yerel yönetici bu salondayken, bu bağlamdaki çağrımı bir daha ve ısrarla yineliyorum.”
​Mealen buydu söylediklerim.
​Onur’a ödülünü verip yerime oturdum. Etkinliğin sonrasını izlerken, kafamda hep şu soru vardı:
​“Yerel yönetim temsilcileri, Devlet Tiyatrosu, Şehir Tiyatrosu, yerel yönetim tiyatroları, özel tiyatrolar, basın ve herkes burada… Söylediklerim bir işe yarar mı, akılda kalır mı? Yoksa… 14. Bedia Muvahhit Ödüllerinde yine aynı şeyleri söyleyip, böyle kös kös oturur muyum?”
​Ne dersiniz, bu soruya şimdiden bir yanıtınız var mı? ​