Yazar ve mimar Ertuğ Uçar, İstanbul'un kadim güzelliklerini, çizimleri ve sözcükleriyle yeni kitabı İstanbulin'de kayda aldı. Uçar, "İstanbul eski dünyanın tam ortasında. Bu yüzden de olup bitenden hızlı etkileniyor; konumu çok kırılgan" diyor ve ekliyor: Bu şehir çok dirençlidir. Çirkin anıtlar dikmekle, plastik camiler inşa etmekle ve köprülerin ismini değiştirmekle bozulamayacak kadar güçlü bir genetiği var İstanbul’un.

İstanbul'u karış karış gezen, her bir köşesine ayak izini bırakan, izlenimlerini çizgilere ve yazılara döken bir yazar ve mimardır Ertuğ Uçar. Son kitabı İstanbulin'in de varlık sebebidir bu uğraş.
İstanbulin okuyacaksanız onun öncelikle 'bir ilk çalışma' olduğunu anlamamız gerekir.
Uçar'a sorularımı yöneltirken onun yazar mı, çizer mi yoksa mimar kişiliğine öncelik vereyim bilemedim. Ortaya sahiden de 'ortaya karışık' bir söyleşi çıktı...

Ekran Resmi 2025 06 23 10.20.42

ESKİ DÜNYANIN ORTASINDA BİR METROPOL

İstanbul hızla örselenen bir şehir. Farklı kültürlerin kuşatmasına da uğruyor. Öncelikle bu konularda düşüncenizi öğrenmek isterim...
Dediklerinizde doğruluk payı tabii ki var. Ancak İstanbul’un şu özelliğini göz ardı etmemek lazım. Bizlere ortaokullarda öğretildiği gibi doğu ile batı arasında bir köprü burası. Eski dünyanın ortasında. Bu yüzden de olup bitenden hızlı etkileniyor; konumu çok kırılgan. İnsanlar, hatta kuşlar ve balıklar tarihin beşiği bu üç kıtada yer değiştirmeye karar verdiğinde, öyle veya böyle yolu İstanbul’dan geçiyor. Nerde kapı açık kalsa cereyanı İstanbul’da hissediyoruz. Evet, İstanbul 2010’lardan sonra korkunç bir hızla değişti. Ama İstanbul ellilerde veya 19. asır sonunda veya 15. asırda da çok hızlı değişiyordu. Doğu ve batıdan sayısız milletin seferler düzenlediği, Vikinglerden Perslere, Moğollardan Araplara, her din, ırk ve renkten millet İstanbul’a sahip olmak istemiş, hâlâ da istiyor. Eskiden toplarla surları döverlermiş. Bugünse büyük arazileri, sahil bantlarını satın almak, ev sahibi olmak, firmalarının merkezlerini buraya taşımak istiyorlar.
Son yıllardaki durumu için ne söylersiniz?
2000’lerden bu yana ya evim ya işim Taksim-Galata bölgesinde oldu. Beyoğlu’nun son 30 yılını canlı gördüm. 2013 Gezi olayları ve sonrasındaki ortamla, 2016 İstiklal saldırısıyla falan İstiklal’deki sanat galerileri taşınıp gitmişti. 2017 Eylül’ünde bizim tasarladığımız Yapı Kredi Kültür Sanat açıldı. Galeri Nev İstanbul’un kurucusu Haldun Dostoğlu bir toplantıda şöyle demişti bana: Bu binanın açılışıyla biz de İstiklal’e geri dönmeye karar verdik. Bir kıvılcım yeter Beyoğlu için veya İstanbul için. Üç km çap içinde her günü etkinliklerle dolu onlarca müze, kültür sanat merkezi, yüzlerce galeri var.
Bu şehrin derinliklerinde yaratıcı bir güç kaynar durur. İstanbul’da yaratıcı güç galip gelir, çünkü burası ilham verici, kışkırtıcı bir yer.
Bu şehre siz de sonradan geldiniz ve çok sevdiniz. Bir tercih mümkün olsaydı onun hangi dönemini yaşıyor olmak isterdiniz?
Kitapta da yazdığım Boğaziçi medeniyeti döneminde olmak isterdim. Yalıları, kayıkhaneleri, yalıdan yalıya ziyaretleri, bir yandan İstanbul çökerken ve Osmanlı yok olurken paşa ailelerinin, üst düzey memurların Boğazın uzak mehtaplı köşelerinde sürdükleri bu hüzünlü ama bir yandan da şaşaalı elli yılı merak ediyorum.

Ekran Resmi 2025 06 23 10.20.13

İSTANBUL'UN SAHİBİ BİZİZ

Siz aynı zamanda önemli bir mimarsınız. kanal İstanbul ısrarı için düşünceniz nedir?
İstanbul’un sahibi biziz. Burada yaşayanlar. Hatta İstanbul üzerinde Karadenize kıyısı olan ülkelerin, burada merkezi olan dinlerin dünyadaki mensuplarının, buradan göç etmek zorunda olanların ve buraya göç edenlerin de hakkı var. İstanbul eğer Türkiye’nin lokomotifiyse Kars’ta, Hatay’da yaşayanların da bu şehir üzerinde hakları var. Geçici olarak görevde olan kamusal ve yerel idareler ve yöneticileri hak sahiplerinin itiraz ettiği hiçbir hareketi onların hilafına gerçekleştirmemeli. Bizler, şehir hakkının ne olduğunu öğrenmeli ve bu hakkı kullanmanın yolları üzerine kafa yormalı ve emek harcamalıyız. Aslında 19 Mart’tan bu yana gerçekleşen protestolar, bu hakkı savunmayı ve bu hakkı savunmak için şehri kullanmayı öğrenmeye başladığımızı gösteriyor. Kanal İstanbul’u konuşmaya bile gerek yok. Mahsurlarının ne olduğunu hukukçulardan jeologlara, şehircilerden askerlere sayısız uzman dile getirdi. Uzun uzun burada tekrar anlatmayayım. Yapılmamalı. Hükümet tüm itirazlara karşın bu konuyu kenarından köşesinden hala zorluyor olabilir, ancak ne kadar zorlasalar da ben inşa edemeyeceklerini düşünüyorum.
İstanbul şehirleşme yağmasına da uğruyor. Böylesine saldırılara direnebilir mi bu şehir?
Direnir. Çirkin anıtlar dikmekle, plastik camiler inşa etmekle ve köprülerin ismini değiştirmekle bozulamayacak kadar güçlü bir genetiği var İstanbul’un. Özellikle tarihi yarımada, Galata ve Boğaz kıyısı, topografyasıyla, sıkı örülü kentsel dokusuyla tüm tahribata rağmen bir asır öncesinden çok ta uzakta değil. İstanbul’un ilgiye, bakıma ve şefkate ihtiyacı var. Biraz yavaşlamak gerekiyor. 2019’dan bu yana, yeni bir yönetimin yeni bir zihniyetle şehrin elden gitti diyebileceğimiz sahnelerini kısa sürede değiştirebileceğini gördük. Daha fazlasını da bekleyebiliriz.

EDEBİYAT EVRENSELDİR

Günün siyasi ortamı herkesi bir biçimde içine çekiyor. Edebiyat camiası ve edebiyatçı bu ortamda yeterince varlığını hissettiriyor mu? Bireyin dertleriyle ilgilenen veya bir aşk ilişkisinin anatomisini çıkarmaya çalışan yazara ülke yanıyor sen nelerle uğraşıyorsun diyemeyiz. Yazarın üretimi dışındaki politik varoluşu başka bir konu. İkisi üst üste binebilir, binmeyebilir de. Ülkedeki tüm edebiyatçıların kadın sorunuyla, Kürt meselesiyle, azınlıklarla, baskıcı yönetimle, Kanal İstanbul’la ilgili yazmasını bekleyemeyiz. Benim bildiğim, yazarlara kitap ısmarlanamaz. Yazar istediği için, istediği konuda, istediği zaman yazar. Dolayısıyla onu, neden toplumsal konularda yazmıyorsun, neden ülkenin, dünyanın şu dertlerine değinmiyorsun diyerek yargılayamayız. Edebiyat evrenseldir. Yazı dünyayla, insanlarla, canlılarla, var olan ve olmayanla, tahayyüle sığan ve sığmayan her şeyle ilgilenir.

İSTANBUL'U İSTANBUL YAPAN ŞEYLER

Kitabınızın adının esin kaynağı nedir?
İstanbulin sözcüğünü ben bulmadım. Garip gelecek bilmeyenlere, ama bu moda alanından bir tabir. 19. Yüzyıl sonunda İstanbul’daki terzilerce geliştirilen ve kısa sürede başkentteki memurlar ve zabitler arasında kullanımı yaygınlaşan ceket modeline verilen isim. Ceket de bu tabir de yok bugün hayatımızda.
Sizin yüklediğiniz özel bir anlam var mı İstanbulin'e?
Bense kitabımda bu tabiri İstanbul’a has şeyleri, İstanbul’u İstanbul yapan şeyleri nitelemek için kullanıyorum. Sonu Boğazda biten bir yokuş olabilir bu; yalıların cephelerindeki ahşapların acı çikolatayla kül arası bir tona dönen renkleri, Yedikule’de bir meyhaneden gelen kanun sesi veya başı kavuklu mezara tünemiş uyuklayan bir kedi olabilir. Sadece bu şehirde rastlayabileceğimiz binalar vardır mesela. Dört bir yandan esen üslup rüzgarları burada üst üste biner ve İstanbulin yapılar ortaya çıkar. Mısır Apartmanı, Ortaköy Camii veya Afif Paşa Yalısı gibi. Özetle İstanbulin, şehrin üstünde asırlardır birikmiş acı tatlı tortuyu tariflemek için önerdiğim bir sıfat.

ÖNCE ÇİZDİM SONRA YAZDIM

İstanbulin'de peysajlar mı sözcüklere esin verdi yoksa sözcükler çizimlere mi esin kaynağı oldu?
İçimde bu iki karakteri birbirinden ayıramam. Şunu söyleyebilirim yalnız. Önce eskizler geldi. On senedir birikiyor bunlar. Birkaç sene önce defterlere bakarken kendi kendime şu soruyu sordum: Neden bu sokağı, bu çatalı veya bu önemsizmiş gibi görünen köşeyi çizmişim? Bu eskizlerin bu sahnelerin ortak yanı nedir? Ucunda bir Sinan camii veya bir Bizans sütunu olmadan bir sokağın İstanbul’da olduğunu nasıl anlarsınız? Soru bu. Cevapsa kitap.
İstanbul’un sözcüklerle peyzajını sözcükleriyle çizen yazarlardan en çok hangisi size ilham kaynağı oldu?
Bu kitabı en çok Sait Faik’e borçluyum. İstanbul’a güzelleme yapmadan, iyilikleri ve çirkinlikleriyle, insanları ve hayvanlarıyla bakmayı, şehri içinde yürüyerek anlamaya çalışmayı ondan öğrendim. Yürürken bir eşik var sanki, sonrasında şehir daha bir açılıyor insana. O zaman da başına bir şeyler geliyor. Sıradan ama tuhaf, gündelik ama anlatmaya değer şeyler. Başkaları da var tabii ki: Orhan Pamuk’tan İstanbul’u hüznüyle beraber sevmeyi, hüzünlü, güzel ve yenik olduğu için sevmeyi öğrendim. Abdülhak Şinasi Hisar’dan şehrin o kayıp Boğaziçi medeniyeti dönemini okudum. Cihat Burak, Çetin Altan, Ara Güler, İstanbul üzerine yazıp çizdiklerini çok sevdiğim diğer isimler. Son olarak İstanbul Ansiklopedisi geliyor. Yaratıcısı Reşad Ekrem Koçu, diğer tüm yazarları çizerleriyle İstanbul üzerine kurulmuş ve gerçekleştirilmiş en büyük ütopya o.
Halen masanızı işgal eden ve sizi en çok etkileyen yazarlardan kimler var?
Yeni tanıştıklarımı sayayım. Dorothy Baker, Cassandra Düğünde. Claire Keegan, Emanet Çocuk. Werner Herzog, Buzda Yürüyüş. Bunların yanında Sezen Ünlüönen’in ve Deborah Levy’nin kitaplarını okudum. Hepsini çok sevdim. Sermet Muhtar Alus’un Eski Konaklar Bize Ne Anlatıyor kitabı çok etkileyici. 1930’lardaki gazete yazılarının derlemesi. Çok tatlı, alaycı bir dili var. O zamanlarda kullanılan bugün yok olmuş sözcükler kullanıyor. Cebiyufka, yahniyanak gibi.
Ya sizden?
Masamda ne var derseniz: İstanbulin kitabındaki kimi kısımları genişletip yine eskizli, belki bu kez haritalı bir seri yapmak istiyorum. Vapurlar, yalılar, mezarlıklar, kediler falan. Bir de yıllardır süründürdüğüm bir yolculuk romanı var.
İstanbulin / Ertuğ Uçar / Can Yayınları

Ekran Resmi 2025 06 23 10.20.32

Her şeyin ve hiçbir şeyin romanı
Anılar Kitabı

Kasvete, ölüme, karanlığa ve acılara dair yazılanları okumak, sindirmek, onlardan küçük de olsa bir umut kırıntısı çıkarmayacaksak bunları niye okuruz. Bu sorunun cevabını vermek hiç kolay değil. Peki ya bunları yazmak?.. Hayatta kalmayı, tanık olmayı, akıl etmeyi, hissetmeyi seçerek bunları yazmak. Nihayetinde insanlığın ezeli ve ebedi koleksiyonunda kendine ve okuruna bir pay biçebilmektir yapılmaya değer olan şey.
Anılar Kitabı'nın bir kahramanının şu ifadesi sanırım demek istediğimin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır:
"... şu anki yaşamımdan çıkıp ortadan kaybolmak istiyordum. Ardımda ne izim ne tozum ne de sonradan niyetlerimin anlaşılabilmesine yarayacak bir zan, merakla sorulabilecek bir soru kalsın. Tek istediğim, geride sadece koca bir boşluk kalsın..."

Ekran Resmi 2025 06 23 10.20.22

MACAR ROMANININ KİLOMETRE TAŞI

Anılar Kitabı, çağdaş Macar edebiyatının en önemli isimlerinden Peter Nádas'ın ilk kez 1986 yılında yayımladığı ikinci romanı. Hayatının on iki yılını adadığı, (ilk kez yayımlanan büyük boy Türkçe baskısı) tam 695 sayfalık bir destan.
Nádas; Yuhanna İncil'inden alıntıladığı, "O'na İsa adı verildi," ifadesinin devamında yer alan "Bu Onun anne rahmine düşmesinden önce meleğin kendisine verdiği isimdi" epigrafıyla başlatır romanını.
Savaş sonrası Macar edebiyatının en önemli edebiyat olaylarından biri olarak kabul edilen ustalık eseri ile Marcel Proust ile karşılaştırılan Nádas'ın bu romanında dünyayı, insan bedenlerini birbirine bağlayan bir ilişki sistemi olarak tanımlaması ayrıca kayda değerdir.
O yılların Demokratik Almanya'sının başkenti Doğu Berlin’de yaşayan, isimsiz bir genç yazarın içsel çatışmalarıyla başlar roman. Kahraman, bu durumu;
"Elbette bir gezi günlüğü yazmak istemiyorum. Ben yalnız bana ait olanı yazabilirim... Şimdiden razıyım, her şeye razıyım, bu öylesine bir anımsama olsun sadece ya da anımsatma, anımsamanın acısı ve hazzına ilişkin herhangi bir şey..." sözleriyle açıklar. Roman içinde romanın çerçevesi bu ifadelerle çizilmeye başlanırken kurmaca ile hafıza arasındaki sınırlar da belirsizleşir. Tam o sırada kahramanın çocukluk çağının arkadaşı söze karışır ve geçmişi kendi bakış açısından anlatmaya başlar. Aynı hayat, üç farklı bilinçten, üç ayrı yoldan geçerek yeniden kurulur.

LABİRENTTE ÜÇ ZİHİN

Nádas, üç farklı anlatıcının sesiyle şekillenen hikâyeyle birlikte zamanı da büker. Doğu Berlin’in gri sokaklarından Budapeşte’nin sarı ışıklı çocuk odalarına, Belle Époque’un pastel tonlarından totaliter hükümetin gözetim karanlığına uzanan bu labirentte üç zihin iç içe geçer, anlatılar birbirine karışır, anlatıcılar yer değiştirir, geçmişle şimdiki zaman durmaksızın yer değiştirir.

Bu anıt romanı kısacık bir cümle ile ifade edeceksek illa ki "Anılar Kitabı hatırlamanın kendisine ve hatırlamalara dair romandır" diyebiliriz.

Anılar Kitabı, okumanın türlü hazlarına erişmiş, özellikle kendi hatıralarının peşine düşerek hayatı çoğaltmayı seçme uğraşı veren seçkin okurlar için. Bu ambiyansın ve bu tarzın meraklısına müthiş hazlar verecek, tabirimi hoş görün, 'ortalama bir okur' için ise bitimsiz işkenceler vaad eden bir roman.
Anılar Kitabı / Peter Nadas / Everest Yayınları