Geçenlerde CHP İstanbul İl Başkanlığı Kültür ve Sanat Komisyonu’ndan bir telefon aldım. “CHP’nin Kültür Politikası var mı? başlıklı yazınızı okuduk. Sizi bir toplantımıza davet etmek istiyoruz” diyordu telefondaki genç. Ben de, İstanbul ziyaretlerimden birini toplantı tarihine denk getirerek bu davete icabet ettim. Beyoğlu ilçesinde yapılan toplantıya İstanbul’un farklı ilçelerinin kültür ve sanat komisyonları üyeleri, sanat alanlarındaki sivil toplum kuruluşları temsilcileri katıldı. Komisyonu oluşturan sanatçı, yazar, felsefeci, öğretmen üyelerin heyecanı etkileyiciydi. Konuşmamda, Amerika’yı yeniden keşfetmenin gerekmediğini, 70’lerden bu yana çok sayıda panel, sempozyum gerçekleştiğini, CHP Genel Merkezi’ne bağlı olarak çalışan Kültür-Sanat Platformu’nun raporlar hazırladığını, bunlardan yararlanılması ve günümüz ihtiyaçları doğrultusunda projeler hazırlanması gerektiğini belirttim. İstanbul İl örgütünün bu çalışmasının İzmir örgütümüze ilham kaynağı olmasını, İzmir’in kültür-sanat insanlarından oluşan bir komisyon için harekete geçilmesini önermek istiyorum.

İktidara hazırlanan CHP’nin birçok alanda çalışma grupları oluşturduğunu, bu grupların farklı alanlarda kapsamlı politikalar hazırlamakta olduğunu biliyoruz. Genel Merkezin, Bilim, Kültür Sanat Platformu insiyatifinde bu çalışmayı başlatması gerekir. “Nasılsa sanat dünyası bizi destekliyor” rahatlığından sıyrılmakta yarar var. İstanbul’un yanı sıra, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya, Adana, Samsun, Trabzon, Malatya, Diyarbakır gibi illerde yörenin olanaklarının ve insan kaynaklarının envanterini çıkartacak, öneriler geliştirerek Genel Merkez’e sunacak Sanat Danışma Kurulları oluşturulması yararlı olur. Merkezi hükümetin yapması gerekenlerin yanı sıra, yerel yönetimlerin sorumlularına ilişkin öneriler geliştirilir. Bu çalışmalara, parti üyesi olmayan sanatçıların da davet edilmesi yararlı olur. Bu çalışmalardan yararlanarak Genel Merkez’de bir kültür-sanat stratejisi oluşturulabilir.

Buna niçin ihtiyaç var? Çünkü yerel yöneticilerimizin bir bölümü kitlesel katılım içeren sebze meyve ‘festival’lerini kentleri için yeterli görüyor. Çünkü bir kısmı eğlence ile sanat arasındaki ayrımın farkında değil… Neyse ki, kentlerine kimlik kazandıracak festivaller düzenleyen belediyeler de var. Dün CHP’nin yönettiği dört ilimizde film festivalleri sonuçlandı; Safranbolu Altın Safran Belgesel Filmler Festivali, Sinop Film Festivali, İzmir’de İşçi Filmleri Festivali ve Kadın Yönetmenler Festivali, İstanbul’da Spor Filmleri Festivali. Diğer alanlarda da önemli etkinlikler düzenleniyor CHP’nin yönettiği illerde.  Hafta sonunda Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ‘Nazım Sempozyumu’ gerçekleşti. Bu hafta, Marmaris Kültür ve Sanat Derneği’nin yerel yönetim işbirliği ile düzenlediği Marmaris Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali başlıyor. İstanbul’da Büyükşehir Şehir Tiyatroları’nın ‘Genç Günler’i 19 Mayıs’a dek sürecek. Mayıs’ın son haftasında Eskişehir’de Uluslararası Film Festivali, Ankara’da Engelsiz Film Festivali, İzmir- Karşıyaka’da ‘Edebiyat-Sinema Buluşması’, Urla’da Gastronomi Filmleri Festivali gerçekleşecek.

Peki, CHP’li başkanların yönettiği yerel yönetimlerin ortaklaştığı bir politika, bir ilkeler bütünü var mı? Kimi, sanatın bir lüks olduğunu, özel sektörün ihtiyacı karşılayabileceğini düşünüyor; kimi sanat alanına yatırım yapmanın insana yatırım yapmak olduğunun bilincinde, bu alana ciddi bir kaynak ayırıyor. Ama yerel yönetimce düzenlenen ya da desteklenen projelerin hangi ölçütlerle seçildiğini öğrenemezsiniz, çünkü böyle bir ölçüt yok Kültür Müdürlerinin elinde. Tasarruf gerekiyorsa, önce sanat etkinliklerinden başlanır. Ama bir bakarsınız yüzbinler, hatta milyonlar esirgenmemiş ünlü bir şarkıcıdan. Ne de olsa, popülizm başımızın tacı…

Sözü İzmir’e getireyim… Geçen yazımda, İzmir’de güzel şeyler olduğundan söz ettim. Mülteci Filmleri Festivali ve adını andığım diğer festivallerin kente yakışan etkinlikler olduğunu, belediyenin bu festivallere destek olmasından duyduğum memnuniyeti belirtmiştim. Meğerse fazla iyimser davranmışım. Neden mi böyle söylüyorum? Yanıtı, Mülteci Filmleri Festivali’nin kurucusu akademisyen Dr. Cem Terzi, festivalin açılışında yaptığı konuşmada…

“20. Yüzyıl bir göç yüzyılı. Göçmen sorunu da kapitalimin derin bir krizi. Göçmenlere karşı emperyalist ülkeler karşı kirli bir savaş yönetiyor. Görünmez kılınanların, sessizleştirilenlerin savaşı bu. Gösterilen her film, bir sınırın ötesinden yükselen bir çığlık… Göçmenlik bir suç değil, sonuçtur. Her göç bir mecburiyet hikayesidir. Yalanların, hakikatin yerine konulduğu bu ortamda, festivalde yer alan her film gerçekleri görünür kılıyor. Halkların Köprüsü Derneği olarak göçmenlerin bir çeşitlilik, zenginlik olduğunu düşünüyoruz” diyen Terzi, festivalin gerçekleşmesine katkı veren gönüllülere teşekkür ettikten sonra, “Bir de festivalden desteğini çekenler var. 10 yıldır mültecilerle kol kola yürüyen bir derneğiz. Bakanlıktan, AB fonlarından destek almıyoruz. İzmir Büyükşehir Belediyesi önceki yıllarda sınırlı da olsa destek vermişken, bu yıl destek vermemeyi tercih etti. Görüşme talebimize de yanıt alamadık. Herhalde bu festivalin yanında durmayı siyaseten riskli buluyorlar. Bizi desteklemeyenler tarih karşısında yerini belli etmiş oluyor” dedikten sonra, herkesi “düşünmeye, sorgulamaya, dayanışmaya” davet ederek bitirdi konuşmasını. Bu davete katılmamak elde mi?