Sanatçının temel sorunu özgün olabilmektir. Kopyala yapıştır tekniği ile yapılmış nice sanat yapıtı ile karşılaşmışızdır. Samimiyet içermediklerini anlamak zor değildir, deneyimli gözler ve kulaklar için. Özgünlüğün temelinde yaşanmışlık yatar. Sanatçının kişisel dünyasının izlerini taşır özgün bir yapıt. Bir romanı okurken, bir filmi ya da bir sahne eserini izlerken yaratıcısı ile diyalog kurabilmemizi sağlar bu samimiyet. Kuşkusuz esinlenmeye açıktır sanatçı ve bunu yapıtına yansıttığında çoktan özümsemiş, kendi malı yapmıştır. Bazı sanatçıların tüm yapıtları bir bütünün parçaları, sanatçının aynadaki yansımasıdır adeta.

38. Uluslararası İzmir Festivali’nde izlediğim iki yapıt üstüne düşündüklerimi paylaşmak istiyorum bugün. Narsist yöneticilerin akıl dışı uygulamalarının, yargısız infazların, iktidar savaşlarının uzağında, sanatın masumiyetine sığınmak istiyorum… Önce, bir sahne yapıtı: İzmir Devlet Tiyatrosu’nun yeni mevsimde sergileyeceği Mehmet Baydur’un “Yalancının Resmi” adlı oyunu. Mehmet Baydur’u ilk yazısının ‘Yeni İnsan’ yayınladığı günlerde tanıdım. Sevgili Fahir Aksoy’un çıkarttığı dergide… Gerçek bir entelektüel olduğunu tanışmamızın ilk dakikalarında anlamıştım. Dünyanın dört bir yanını gezmiş, pek çok dili ana dili gibi bilen, az ama öz konuşan, hiçbir yapmacıklık barındırmayan, yalnızlığı seven bir insan… Okuyabildiğim tiyatro yapıtlarında aynı sahiciliği görmüştüm. Ne yazık ki, 80 darbesi sonrası Ankara’dan İstanbul’a gidişimin ardından pek karşılaşamadık. Diplomat eşiyle birlikte başka ülkelere gitmiş olmalıydı. 2001’de İstanbul’da yaşamı noktalandı; o zalim hastalığın pençesinden kurtulamamıştı…

Mehmet Baydur, “Yalancının Resmi” oyununda hem kendisi, hem de çevresinde yalanlarla kendilerini oyalayan sahte aydınlarla dalgasını geçiyor. Yalan kimi zaman yaşama tutunmak için kullanışlı bir araç olabilir bazı insanlar için. Kendi gerçekliklerinden kaçmak, başka gerçeklikler yaşamak eğlendirici olabilir. Ama nereye kadar? İki yalnız insanın buluşmasında ortaklaştıkları nokta yalanlar olursa bu buluşmadan sahici bir birliktelik çıkması mümkün mü? Tiyatro ve sinema sanatlarına hakim bir yazar olan Baydur “Yalancının Resmi”nde de tıkır tıkır işleyen bir kurgu oluşturmuş, izleyici bir an bile hikayeden kopmuyor, sahnenin büyüsüne kaptırıyor kendini.

Yönetmen Serkan Budak oyunu sahnelerken müzik ögesini anlatının bir parçası haline getirmiş. Sahnelerin sonunda başlayan müzik ve şarkılar kimi zaman konuşmaların anlaşılmasını engelliyor. Yönetmenin yazarın öngörmediği bir ögeye bu denli yaslanması, oyunu daha renkli kılıyor belki ama bana göre metnin kaldırmadığı bir süsleme olarak kalmış. Evet, sahneler arasındaki geçişte sanatçılar kostüm değiştiriyor, bunun için zamana ihtiyaçları var ama belki de bu değişimleri çok daha pratik çözümlerle yapmak mümkün olabilirdi. Seyircinin geneli belki de memnun olacak bu ‘müzikal’ yorumdan, ama çok da gerekli değildi bana kalırsa. Sözün burasında hemen ekleyeyim müzikleri yapan Efe Ünal’ın çalışması kendi başına çok başarılı, başka bestecilerin yorumladığı şiirlere özgün bir yorum getirmeyi başarmış; üstelik finaldeki “Matruşka” şarkısının sözlerini de yazmış… Oyunculara gelince, Fatih Özyiğit’in önce kendi inanması gerekir söylediği yalanlara. Güldeniz Türküstün’ün oyunu ölçülü ve nüanslıydı… İzmir Devlet Tiyatrosu’nu kutlamak gerek, tiyatroseverleri Mehmet Baydur’la buluşturdukları için…

Festivalin bir başka akşamında, Ahmed Adnan Saygun’un küçük salonunda “Ayna” adlı çağdaş dans gösterisi vardı. Yapıtın sanat yönetmeni ve koreograf Ceyda Tanç, çalışmalarını İngiltere’de sürdüren bir sanatçımız. Hepsi de yabancı 7 dansçı ile sergilediği “Ayna”yı nefes nefese izledik. Sahnedeki genç dansçıların yeteneklerine, enerjilerine, coşkularına hayran olmamak elde değildi. Elbette, en büyük övgüyü Ceyda Tanç hak ediyor. Eğitimini Roehampton Üniversitesi ve İzmir Türk Müziği ve Halk Dansları Konservatuvarında tamamlayan Tanç 2012’de İngiltere’de tümü genç kadınlardan oluşan ‘Ceyda Tanç Dans Topluluğu’nu kurmuş. Yapıtlarında ülkemizin farklı yörelerinin halk dansları ve Sema’nın yanı sıra Asta Hiroki’nin özgün bestesinden ustaca yararlanan Tanç’ın yorumu feminist ideoloji ile biçimlenmiş. Ritüelle çağdaş dans arasında köprüler kurarken, geleneksel kültürde yalnızlaşan kadını erkeğin boyunduruğundan kurtarıp, özgürlük ve birlikteliğe çağırıyor. Bir ara tüm dansçıların sahnenin önünde kol kola girip dosdoğru bize bakması, seyirciyi yüzleşmeye davet etmek değil de nedir?

“Ayna”nın en büyük başarısı geleneksel kültür ögelerinden yola çıkması ve bu ögelerden çağdaş bir yoruma ulaşması. Bu yorum, genelde erkek dansçılara ait olarak kabul edilen figürlerin kadın bedeni tarafından da kullanılması gibi biçimsel ögelerin yanı sıra, özde de feminizmin ‘kız kardeşlik’, kadın dayanışması temalarına sadakati içeriyor. Geleneksel danslardan yararlanma konusuna gelince, bugüne dek bu işe soyunan çok kişi oldu ama hiçbiri folklorden hareketle özgün bir çağdaş dans yorumu oluşturmakta bu ustalığı ve cesareti yakalayamadı. Dansta kadına biçilen rolle yetinmeyen, tümüyle erkeksiz bir dünya oluşturan Tanç’ın yorumu bazılarını rahatsız edebilir, kadınlar arası bir birlikteliği öngördüğü için… Kendi adıma, şu sıralar Avrupa’da sahneledikleri ‘Evim’ ve ‘Kızlar’ adlı gösterileri de izlemek için sabırsızlanıyorum. İKSEV’e teşekkürlerimizi sunarak bitirirken, Salı akşamı AASSM’deki Geneva Camerata topluluğunun “İsyan” adlı müzik ve dans gösterisini okurlara önermek istiyorum.