Bir şair düşünün! Binyıllardır süre gelen evrende, insan evladı var olduğu sürece, hep olan; sevgiye, aşka, beklentiye, hasrete, gülmeye, ağlamaya, ayrılığa, vuslata, kısacası; insana ait ne varsa, her duyguya, yeni bir anlam katsın dizelerinde.


Bir şair düşünün dostlar! Sevdamızın başımıza vurduğu saatlerde; mısralarıyla kalbimizin derinliklerine inip, içimizi titretsin.
Bir yazar aynı zamanda, bir gazeteci, bir düşün insanı! Tarihsel birikimi, geçmiş dönem kültürlerine olan hâkimiyeti ve bunlara eklediği ilerici tavrı ile kültürel yaşantımıza da katkısını dürüstçe sunsun.
Bir şair düşünün! Edebiyat yaşamına, 16 yaşında şiirle başlasın. Babasının etkisiyle, Divan Edebiyatı’nı öğrenmeye çalışsın. Mehmet Akif Ersoy’un, Necip Fazıl Kısakürek’in, Faruk Nafiz Çamlıbel’in şiirlerini okuyarak büyüsün. Ve çocukluğunda dinlediği masallar ve türküler sayesinde Dadaloğlu, Dertli, Gevheri gibi halk şairlerinin etkisiyle halk şiirini tanımış ve sevmiş, aynı zamanda usta diye bildiği Nâzım Hikmet’le de toplumculuğu tanımış olsun. 16 yaşında bir lise öğrencisiyken, Nâzım Hikmet’in şiirini kız arkadaşına yolladığı için ‘komünizm propagandası’ yapmak suçundan tutuklansın. Ve “Sansaryan Han” hücresine atılsın.
*****
Cumhuriyet Halk Partisi, 1945 ve 1946 yılında olmak üzere sadece 2 yıl “Şiir Yarışması” düzenledi. İzmir’den gazeteci büyüğümüz Okan Yüksel ağabeyim ne güzel anlatır. 1946 yılındaki yarışmada; birinciliği, Otuz Beş Yaş şiiriyle 36 yaşındaki Cahit Sıtkı Tarancı alır. İkinci, Cebbar Oğlu Mehemmed şiiriyle 21 yaşındaki genç Şair Attilâ İlhan’dır. Üçüncülüğe ise, 32 yaşındaki Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Üç Şehitler Destanı şiiri layık görülür.
"Ayrılık da sevdaya dâhil." demiş ya usta hani. "Ayrılanlar da hâlâ sevgili." Alın size; ayrılanlar için, kendini bu sevdanın içinde tutma sebebi. Bir umut, bir dile geliş, bir hâlâ bekleyiş!
"Sanmıştık ki ikimiz" demiş Attilâ İlhan, yâriyle aşkını anlatırken. "Yeryüzünde ancak birbirimiz için varız! İkimiz sanmıştık ki; tek kişilik bir yalnızlığa bile rahatça sığarız! Hiç yanılmamışız! Her an düşüp düşüp; kristal bir bardak gibi tuz parça kırılsak da, hâlâ içimizde o yanardağ ağzı, hâlâ kıpkızıl gülümseyen, -sanki ateşten bir tebessüm- zehir zemberek aşkımız.”
Ne olursa olsun, hep sevmekten vazgeçmeyen, sadece aşkları için bu dünyanın döndüğünü düşünen sevgililerin iç sesi adeta dizeler. Tüm sevgililerin hissettiği, ancak henüz dize dize dile gelmeyen iç sesler.
"İnsan bir düşünse" demiş ya bir yandan da, bir zaman. "Ne çok şey bulabilir; hatırlamak, gülmekve ağlamak için."Hatırlamak, gülmekve ağlamak için; düşünsel bir yolculuğun kapısını açmış adeta şair! Hatırlamak, gülmekve ağlamak; inanın bu kadar kolay, inanın bu kadar insana dair.
*****
Usta da sevmiş! Gülmüş, ağlamış, yaşamış taaa hayatın içinde, yaşayabildiğince. Yazmış ama hep; hep yazmış ve iyi ki de yazmış hâlâ oku oku doyamıyoruz, yazabildiğince.
“Ne vakit bir yaşamak düşünsem;
Bu kurtlar sofrasında belki zor,
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden…

Ne vakit bir yaşamak düşünsem;
Sus deyip adınla başlıyorum,
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin.
Hayır, başka türlü olmayacak.
Ben sana mecburum bilemezsin…” diyecek kadar sevmiş ve dile gelmiş yüreği.
*****
“Ne kadınlar sevdim zaten yoktular!
Yağmur giyerlerdi sonbaharla bir.
Azıcık okşasam sanki çocuktular!
Bıraksam korkudan gözleri sislenir.
Ne kadınlar sevdim zaten yoktular!
Böyle bir sevmek görülmemiştir…” diyecek kadar aforizmalarıyla, kim bilir belki de yaşan(ama)mışlıkları-yarım kalmışlıklarıyla; olmayanı sevmek, tarif edecek kadar kurmak düşlerinde. Ne kadınlar sevdi Attilâ İlhan, zaten yoktular. Sizce böyle bir sevmek görülmüş müdür?
*****
“Gözlerin gözlerime değince,
Felaketim olurdu ağlardım…

Beni sevmiyordun bilirdim,
Bir sevdiğin vardı duyardım…

Çöp gibi bir oğlan ipince,
Hayırsızın biriydi fikrimce…

Ne vakit karşımda görsem;
Öldüreceğimden korkardım,
Felaketim olurdu ağlardım…”

Sevdiğinin bir başkasının sevdiğini bildiği halde ve gözleri gözlerine değdiğinde felaketi olup ağlayacak kadar sevmiş ya usta. Sevgi de bu değil mi? Karşılık beklemeden, ibadet eder gibi aynı, sevilmeyi beklemeden sevmek. Sadece sevmek. Dünyanın en güzel duygusu. Dünyanın en devrimci eylemi.
*****
1948 yılında, 23 yaşındayken henüz, ilk şiir kitabı Duvar’ı çıkarır. Kitabın ilk bölümünde; Anadolu’nun yaptığı savaşlar, kahramanlıklar, yüce dağlar, toprak için verilen mücadele, insanların mekânla bütünleşen yaşam tarzları sergilenir. Zaman; Kurtuluş Savaşı öncesi, Fransızların işgali ve Cumhuriyet sonrasıdır. Bağımsızlık mücadelesi, bölge gerçekliği ve kahramanlıklarıyla anlatılırken, Şair; destan niteliğindeki denemelerini, bu şiirlerle yapar. Karacaoğlan, Dadaloğlu, Dertli gibi halk ozanlarının söyleyişini, dönem şartlarıyla bütünleştirerek dile getirir. Kitabın diğer bölümü olan “Şafak Vakti Dünya”, İkinci Dünya Savaşı’nı ve faşizmi konu alır. Polonya, Belçika, Hollanda ve Fransa işgal edilirken; hürriyet, eşitlik, sulh ve saadet toprakları için, yani yaşamak için ölünürken. “LiliMarlen Türküsü” her gece Zagrep Radyosu'nda çalar…
*****
"Evvel zaman içinde,
Kalbur saman ölür.
Kubbelerde uğuldar bâkî.
Çeşmelerden akar sinan...

An gelir;
-Lâ ilâhe illallah-
Kanunî Süleyman ölür.
Görünmez bir mezarlıktır zaman...

Şair'ler dolaşır saf saf,
Tenhalarında Şiir söyleyerek...

Kim duysa / korkudan ölür.
-Tahrip gücü yüksek-
Saatli bir bombadır patlar...

An gelir,
Attila İlhan ölür..." dediği gibi tam; an geldi ve 18 yıl önce bugün, 10 Ekim 2005'te aramızdan ayrıldı. Biz sana mecburuz usta. Adını mıh gibi yazmışız kalbimize. Şiirlerin; tahrip gücü yüksek, hep yüreğimizde.
Biz hâlâ muhteşem dizelerinizde, seni arıyoruz. Şiir coğrafyasında aklımıza düştüğünde seni hatırlıyor, hatırlatıyor, anmaya, seni anlamaya çalışıyoruz. Ruhun şâd olsun Attilâ İlhan. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla...