Biz demokrasiyle, anılmaya başlanmasının ve ilk örneklerinin görülmesinin üstünden binlerce yıl geçtikten sonra tanıştık. Bizde de olabilir mi, yapabilir miyiz diye sormamız ve bir idare biçimi olarak kabul etmeye çalışmamız, ona kattığımız değerler yüzünden değil, o güne dek yaşadığımız idare sistemlerinin artık çağdışı kalmasındandır. Düşünsel, zihinsel, kurumsal hiçbir hazırlığımız, birikimimiz, algımız olmadığı için de, kendimize benzettik. Demokrasi bugün neredeyse, yalnızca onun nimetlerinden yararlanacakların seçilmesine yaramaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Demokrasi tarihi açısından böyle bir anlamın, hiçbir değeri olamaz. Demokratik yöntemlerin göreceli uygulamasıyla seçilenlerin, antidemokratik zihniyet ve uygulamaları yüzünden, kalitesi yerlerde sürünmeye mahkumdur.

Bir demokrasinin kalitesi, Emre Kongar’dan esinlenerek söylersek, şunlarla ölçülmektedir: aydınlanma, sanayileşme ve kentleşme. Bu gazetenin okurlarına, malumatfuruşluk yapmayı saygısızlık olarak görürüm. O nedenle, bu üç kavramın ne olduğunu açıklamak yersizdir. Demokrasi kalitesizliğimizin nedenlerini bilmek, demokrasi adına sergilenen pespayelikleri, yaşadığımız hazin gerçekleri ve korkunç gidişatı görebilmek için, bu ölçütleri bilmek zorundayız.

Binlerce yılını hanlık, beylik, imparatorluk, padişahlık olarak geçiren, dinsel yapılanmalarla feodal ilişkilerin kolkola yaşadığı, biat ve kulluk alışkanlığının “yurttaşlık bilinci”ne yüz vermediği bir coğrafyada; demokrasinin içselleştirilmesi, bütün bu alışkanlıkların genlerden kazınması elbette kolay değildir.

Kırk yılda bir yaşanan bir facia karşısında, kimi ülkeler ve yurttaşları travmadan travmaya sürüklenirken; her günü bu faciaların onlarcasına tanıklık yapan kimi ülkeler ve yurttaşlar, neden saldım çayıra, mevlam kayıra misali yaşamaktadır? Bir manyağın okul basıp on çocuk öldürmesi, bir ülkeyi tepeden tırnağa mahvetmesi, sistemini sorgulaması ile yükleri yalnızca oyuncak, kitap olan 32 gencin katledilmesi niye bir başka ülkeyi, yalnızca birkaç gün ilgilendirmektedir?

Tatile çıkmış bir yurttaşının, binlerce kilometre ötede ayağının kırılmasını duyduktan bir saat sonra, neden bir ülke helikopterler kaldırıp, yurttaşının imdadına koşar da, bir başka ülkede on on beş gün içinde 50-60 kişi ölürken-öldürülürken, işi yurttaşını yaşatmak olan devlet ve bunu talep edecek yurttaşlar, sorumlulardan hesap sormaz, istifaya çağırmaz? Onların tek işi nutuk atıp, cenaze namazlarında, protokol gözeterek saf tutmak mıdır?

İşin en vahim ve elim yanıysa, olumsuz örneklere öznelik yapan ülkelerde, bu facialar yaşanırken, tartışılan şeyin ağlanası zavallılığıdır: demokratik seçimler (!) sonucu oluşan tablo içinden, demokrasicilik oynayarak, bir hükümet çıkarmak! Ülkeleri ve devletleri ve elbette yurttaşları, birbirinden böylesine farklı kılan şeyin adı, demokrasi kalitesidir.

Laiklik olmadan, toplumsal sınıfların varlığı ve kendilerini tanımlama hakları bilinmeden, “kuvvetler ayrımı”na kulak asmadan, basının özgürlük ve özerkliğine saygı duymadan, bilim ve sanat önünde haddini bilmeden, elbette demokrasi olmuyor, olamıyor, olamaz da. Şairin dediği gibi, demokrasi diye diye, demokrasi tepeleniyor!

Tarihsel bilinç ve algı fukaralığına, etik ve vicdan başta olmak üzere, değer erozyonları eklenmiş ve artık bir yaşama biçimine dönüşmüş durumdadır. Vahşice, küstahça ve insafsızca yapılanlara, “zekayla alay etmek” demeyeceğiz de, ne yapacağız? Bu politikanın Türkçe karşılığı “alıklaştırmak”tır. Savaş çığlıklarından medet ummaksa, demokrasi düşmanlarının en mide bulandırıcı taktiğidir.