Son yıllarda değişik ülkelerde gözlemlediğim farklı uygulamalar, bir toplumda çoğunluğun uyguladığı ‘normal’ kavramı üzerinde daha çok düşünmeme yol açtı.

Örneğin Tayland ve Singapur arasındaki farklar… Tayland’da oğlumla birlikte gece yürürken biri yanımıza yanaşarak uyuşturucu satmayı teklif etmişti. O gecenin sabahında, yol aldığımız uçakta kısa bir süre sonra ineceğimiz Singapur’da herhangi bir uyuşturucu bulundurmanın cezasının ‘ölüm’ olduğu uyarısı ile karşılaştık. Hollanda gibi ülkelerde ise bazı uyuşturucuların yasal ticareti yapılıyordu. Singapur’da sağa sola atılır da yerler kirlenir diye konan ‘sakız çiğneme yasağı’ da çok ilginçti. Daha da ilginci Tayland’a oranla çok daha zengin ve modern olmasına karşın, Tayland’ın aksine, Singapur’da insanların yüzlerinin gülmemesiydi.

Siyasetçilerin veya yöneticilerin toplumdaki yeri konusunda Türkiye’de alıştığım ‘normaller’ ise Almanya’nın Berlin kentinde yerle bir oldu. Almanya'da milletvekillerine bırakın araç ve şoför tahsis etmeyi, parlamento binasına kendi araçlarıyla gelip, park etmelerine bile izin verilmiyordu; toplu taşım araçlarını kullanıyorlardı, zorunlu olarak… Bir kadın bakanın sokakta AIDS konusunda farkındalık yaratmak ve para toplamak için kırmızı kurdele dağıttığını görünce, Türkiye’de kıytırık bir ‘yöneticilik’ kapınca, yürüyüş biçimleri değişenleri anımsayıp, afalladım.

Sadece Sincan Uygur Özerk Bölgesi’ndeki Urumçi, Kaşgar, Turfan gibi Türk nüfusun yoğun olduğu yerleri görmüş olsam da, dünyanın en ‘farklı’ ülkelerinden birinin Çin olduğunu söyleyebilirim. Sadece yiyip içtikleri değil, davranış biçimleri de çok farklı. Örneğin havaalanında güvenlik için cihazdan geçtikten sonra, cihaz ötmese bile iki ayak birbirinden ayrık biçimde bir platforma çıkıp kollarınızı ‘teslim’ pozisyonunda yukarı kaldırıyorsunuz, bir kadın elini pantolonunuzun üst kısmında içeri sokup, tehlikeli bir şeyler arayabiliyor. Veya bir uluslararası bir tıp kongresinde 100’den çok bilim insanı bir alanda askeri komutlarla 15 dakika boyunca ‘düzene sokulup’ dünyanın başka yerinde oluşturulamayacak kadar ‘muntazam’ bir fotoğraf çekilebiliyor. Yeri gelmişken belirteyim… Doğu Türkistan da denen bölge ile ilgili internette paylaşılan vahşet fotoğraflarının neredeyse tümü gerçek dışı… Ancak, Urumçi gibi iki toplumun birlikte yaşadığı yerlerde, yönetim kademesinin çok büyük bölümü Çinlilerden oluşuyor, çok daha yetenekli olsalar da Türklerin yükselmeleri çok güç. Buna karşın Çinli ailelere uygulanan ‘sadece tek çocuk yapabilme’ kısıtlaması, Türkler için geçerli değil; Türkler anadilde öğrenim görebiliyor, ancak bu durumda üniversite öncesinde, fazladan bir yıl Çince eğitim görmeleri gerekiyor. Erdoğan’ın Çin ziyaretini olumlu bulduğumu, Çin yönetimi ile olumlu ilişkiler kurup, soydaşlarımız için her yönden ‘eşitlik’ talep etmemizin ve sadece demokratik oluşumların desteklenmesinin Türkiye’nin ve bizlere çok benzeyen soydaşlarımızın yararına olacağını düşünüyorum.

İran’daki en önemli gözlemim ise yıllar sonra yeniden saçlarının önemli bölümünü gösterebilme, makyaj yapabilme ve (yasak da olsa) çanak antenle Türk dizilerini izleyebilme ‘özgürlüğüne’ sahip olan kadınların mutluluğu idi; umarım bu özgürlükler daha da hızlı genişler.

Gelelim baştaki soruya… ‘Normal’ kavramı üzerinde kafa yormamı sağlayan, gençlik yıllarında okuduğum Prof. Dr. Engin Geçtan’ın ‘Çağdaş Yaşam ve Normal Dışı Davranışlar’ (sonraki basımlarda adı ‘Psikodinamik Psikiyatri ve Normal dışı Davranışlar’ olarak değişti) başlıklı kitabına göre ‘normal’ kavramı zamandan zamana, toplumdan topluma önemli değişimler gösterir.

Özetle, görecelidir ‘normal’; her şey gibi…

Haftanın Sözü: “Toprağa baktığımız zaman papatyadan başka çiçek göremediğimizi düşünün, ne kadar sıkıcı olurdu! Farklı milletler, farklı fikirler, farklı inançlar, hayatı çok daha çekici kılmaktadır.” Kızılderili