Veli Lök, Yekta Güngör Özden, Kemal Nehrozoğlu, Öcal Uluç ve Fahir Işıksız… Biyolojik abi bildiğim beş kişi var yaşamımda. Yüce Gök’e “Benim ömrümden al, onlara ver'' diyecek kadar sevdiğim

İnsanın  unutamadığı/unutamayacağı portreler oluyor yaşamında.

Benim unutamadığım değil de biyolojik abi bildiğim beş kişi var yaşamımda.

Kimler mi, sayayım hemen:  Veli Lök,  Yekta Güngör Özden, Kemal Nehrozoğlu, Öcal Uluç ve Fahir Işıksız…

Yüce Gök’e “Benim ömrümden al, onlara ver'' diyecek kadar çok seviyorum onları.

velilök1

Her birini arar, sorar, konuşurum sık sık. Çünkü büyük bir aşkla bağlıyım onlara.

Bu 29 Ekim’de de aradım yine her birini, en büyük bayramlarını kutladım. 

Sadece onlar mı? Erdal Atabek’i, sevgili dünürüm Yakup Akyol’u da arayıp hal hatır sordum.

Cumhuriyet Bayramı'nı bana “Aklın özgürleşmesinin bayramı'' olarak öğreten Erdal Atabek’i zaten  Pazartesileri  genellikle hep arıyorum.Yazılarını  okuduğum  gün…

Onunla Dikili/Emek ve Barış Şenlikleri yıllarında tanışmıştık. Teos’ta da röportaj için bir araya gelmiştik yıllar önce.

                                                                             *

Önceleri, hep annemi arar dururdum. Sekiz yıldır artık konuşamıyoruz onunla… Onunla konuşmanın tadı tuzu bir başkaydı. Çok parası yoktu ama  “Paran var mı sarı kuzum?’’ der ve her evine gidişimde cebime  illâ üç beş kuruş sokuştururdu. Bugüne değin ben onun kadar vermeyi  bu denli çok seven  birine rastlamadım.

Çok ilginç, Fahir Işıksız da aynı soruyu sordu bir gün. O gün anladım, onun beni çok sevdiğini… İki yıl önce olsa gerek... Yanında bir paketle çıkagelmişti Bostanlı’daki buluşma adresimize.

Çekine çekine “Bunu ben bir kez giydim, bana bol geliyor, giyer misin?'' demişti Sabri Özel markalı penyenin bulunduğu paketi uzatırken. 

Bir defasında da bir şişe rakıyla gelmişti. “Ben artık içemiyorum, bu şişe de dolapta aylardır duruyor. Sen seviyorsun, kabul edersen sevinirim’’ mi ne demişti…

Annemle benzer öyle yanları vardı ki…

Çok ilginç, annem de zaman zaman “Recai’m, sen burdayken ben de Fahir Bey’le bir konuşayım’’ der ve telefona sarılırdı. Fahir Bey’i kendine bir kardeş gibi görüyordu.

Bu 29 Ekim’de o penyeyi giydim ve gülerek seslendim ona; “Üzerimde Sabri Özel markalı penyeyle en büyük bayramını kutluyorum sevgili abiciğim!''

Dünün TİP üyesi, önceki yılların kaymakamı/vali yardımcısı, kitap kurdu Fahir Işıksız’la buluşmalarımız ve kitap alışverişimiz hep sürüyor.

Kütüphane açılışlarımızda yaptığı konuşmalar gözümün önüne geliyor bazen, sarılasım/öpesim geliyor onu. Neden mi? Kitleye karşı onun gibi yiğitçe konuşan bir başka bürokrata  çok az rastladım çünkü. 

kemalnehrozoğlu recai                                                                          *

Şiirle ilgili, sanatla ilgili hiçbir toplantıda hiçbir şair arkadaşım Shakespeare’den sone okumadı bugüne değin. 2023’ün Ocak’ında bunu bir kişi yaptı. İzmir’in önceki valilerinden, Cumhurbaşkanlığının ise önceki genel sekreterlerinden Kemal Nehrozoğlu!

Sanat çevreleri ne kadar bilir bu gerçeği bilmem ama ben tanığıyım. 

Edebiyata ve bilime olan ilgisini keşke bilim-sanat çevreleri de yakından bilseydi önceki yıllarda.

kemalnehrozoğlu

Entelektüel kimliği ve devlet adamlığı vasfı nedeniyle olsa gerek Ahmet Necdet Sezer onu İzmir Valiliği'nden alıp Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği'ne almıştı 90’lı yılların sonlarında.

Duyduk duymadık demeyin, bizim kütüphanelere en başından bu yana sürekli destek olmuş biridir Sayın Nehrozoğlu. Özel kalemine cebinden para çıkararak kitaplar aldırıp adresime göndermişliğini her yerde söylemediysem de buradan ilân etmiş olayım.

Bize ve kütüphanelere olan ilgisi bitmediği gibi özbeöz abim gibi her daim her konuda desteğini gördüm onun. Emekliye ayrıldıktan sonra CHP’nin neden onu değerlendirmediğine hâlâ şaşarım.

İzmir’de bir program düzenliyor ve onu da aramızda görmek için çağrıda mı bulunuyorum… Biletini göndermemize fırsat bırakmadan kendi parasıyla biletini alıp çıkıp gelen o!

Bambaşka özellikleri olan bir devlet adamı ile arkadaş olduğum için nasıl mutluyum tahmin edemezsiniz.

veli lök

Veli Lök, benim biraz babam, biraz abim… Fazlasıyla da yoldaşım/dostum…

1932 doğumlu ama hâlâ haftanın iki gününde muayenehanesinde hastalarını kabul edip şifa dağıtan bir ortopedist o! Ortopedistlerin, daha doğrusu hekimlerin ‘efsane' olanı…

Bu yaşta, beyaz önlüğünden ve hastanın sorunlarını dinlemekten ayrı duramıyor hiç. Mesleğiyle aşk hali yaşayan bir hekim. Hekim demek eksik olur aslında. İnsan hakları savunucusu, örgütçü, öğretici, mücadeleci olarak isim yaptıysa bu hiç de mübalağa olmaz! Evinde olsun muayenehanesinde olsun bizim onunla olan muhabbetimiz ve paylaşım konularımız hiç bitmez. Karşısındakinin kusurlarını/yanlışlarını ya da eksiklerini görmezden gelen bir özelliği nedeniyle doya doya sarılıp öpesim geliyor bazen onu.

Geçtiğimiz yılın sıcak bir gününde telefon açmıştım. Telefonu geç açtı. “Spor yapıyordum’’ dedi gülerek… Ben daha çok güldüm tabii. Yine bir yaz günüydü, telefonumu açmamıştı. Zaman sonra  “Havuzdaydım Recai’ciğim!'' dedi.

Çevremdeki yaşı ilerlemiş olanlar hep hastalıktan söz ediyor, dökülüyor. O ise düzenli spor yapıyor. Veli Hocamın karın kasları benimkisinden çok daha kaslı, yürüyüşü hâlâ 20’sindeki gibi…

Her ziyaretimde ondan bir şeyler öğrenmeye devam ediyorum.

                                                                                     *

Öcal ve Hıncal  kardeşler adını duyan ama her iki kardeşi yakından tanımayanlar “Nedir bu öç ve hınç?'' diye düşünebilirler. Hatta yalan yanlış yorumlar bile yapabilirler.

Ben hep ‘Öcal Bey' derdim kendisine. İki yıl önce bana yasak koydu, “Abi de!'' dedi. Ben de o gün bugün  abi diyorum kendisine ama sadece ‘abi' değil!

ocaluluç

“Öcal abiciğim!'' 

Bizim kütüphanelere Kemal Bey’in, Avram Ventura’nın katkısı neyse onun da en azından onlar kadar katkısı vardır. Açılışların üçünde ya da dördünde de konuşmuşluğu var.

Öç ve hınç benim de dikkatimi çektiğinden bir gün sormuştum kendisine. Hikâye şöyle:

Babası Üsteğmen Fuat Bey, 1930’lu yıllarda Kilis’te görevli. Her gün işe giderken ortaokula gitmekte olan bir genç kız dikkatini çekiyor. Çok da beğeniyor. Beğenmek ne kelime, âşık oluyor ve kızı ailesinden istiyor. Kızın babası olan Müftü Muharrem Efendi ve eşi, Fuat üsteğmenin kızlarını alıp uzaklara götüreceği endişesiyle  “olmaz'' diyorlar.

Özetle,  Suat’ı vermiyorlar Fuat’a…

Gel gör ki Suat’ın ortaokuldaki hocasının Vehbi Öcal olması her şeyi değiştiriyor. Çünkü Vehbi öğretmen, Üsteğmen Fuat’ın yakın arkadaşıdır.

İki gencin biraraya gelmesinin mimarı işte o Vehbi öğretmen oluyor.

Fuat ile Suat 1935’te evleniyorlar ve ilk çocukları 4 Ekim 1936’da doğuyor.

Üsteğmen Fuat, doğan oğluna öğretmen arkadaşına olan sevgisinden dolayı teşekkür anlamında  ‘Öcal’ adını koyuyor.

Olup biten, ne öç ne kan davası… Tatlı bir aşk hikâyesinin ürünü…

Baba Fuat, Osmanlıcayı ve eski yazıyı çok iyi bilen, aruz vezni ile şiirler yazan, kitap kurdu bir subay.

Devir, Müslümanlıktan gelen Arapça isimler yerine çocuklara Türkçe isimler koyma  modasının devridir. 1939’da doğan ikinci oğluna da bu nedenle biraz da uyaklı olsun diye  ‘Hıncal' adını koyuyor.

Üçüncü Serpil, dördüncü de Kemal oluyor.

Baba Fuat, edebiyatçı/milliyetçi/Mustafa Kemalci…

Öcal abi, tüm dünya klasiklerini ortaokul yıllarında okumuş.  Babasının etkisiyle… Entelektüel deyince aklıma gelen ilk isimlerdendir o… Demokrat sözcüğünü kendisine çok yakışır bulduğum bir gazeteci.

                                                                                *

Telefonla en fazla aradığım  kişi Yekta Güngör Özden. 

Ama arayan hep ben olmuyorum, o da arıyor. 

90’lı yıllarda o Anayasa Mahkemesi Başkanı, ben de Hüseyin Akdağ İlkokulu’nda sınıf öğretmeni…

Hizmetli telaşla sınıfa girdi, “Müdür yardımcısının odasında telefonunuz var!''  dedi.  Fırladım çıktım yukarıya. Odada müdür yardımcısıyla bayan çalışan var, ahizeyi uzattılar hemen:

“Sizinkiler bizi bilmiyor herhalde Recai Bey!'' diyen Ayşe Hanım’ın ne demek istediğini anlayamadım aslında. Ayşe Hanım, Yekta Bey’in özel kalemi oluyor. Ankara’dan tanışıyoruz kendisiyle. Bu arada müdür yardımcımız da nedense çekingen çekingen oturuyordu koltuğunda.

yekta güngör özden

Neyse… Yekta Bey ile konuştuk o gün. Eğitimle ilgili özel bir gün için mi ne arıyordu beni.

Meğerse, Ayşe Hanım bizim müdür yardımcısına telefonda “Burası Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, Başkanımız Recai Bey ile görüşmek istiyor.’’ dediğinde bizim arkadaş, birileri dalga geçiyor diye düşündüğünden telefonu mu kapatmış, yoksa  gereksiz bir iki laf mı etmiş ne…

İnanamamışlar benim yüksek mahkemeden aranıp sorulabileceğime. Ayşe Hanım'la bu konuyu daha sonra konuşup gülüşmüştük.

Sadece okuldan da aradığı yoktu Yekta Bey’in. Üyesi olduğum sendikadan da aradığı oluyordu. Sekreter Ferah Hanım da  çok şaşıyordu bu duruma.

Anayasa Mahkemesi Başkanı'yken dört gün konuğu olmuştum Ankara’da. Öğle yemeklerini  odasında birlikte yiyorduk. Takılıyordu bana, “Herkes ballı börekli sofralara oturuyoruz sanır, gördüğün gibi kuru fasulye pilav yiyoruz işte!''

Ona karşı hiç yanlış yapmamaya çalışıyorum. Çok titizleniyorum hatta. Sözcüklerimi çok seçerek kullanıyorum. 

Ankara’dan gelerek dört kütüphanemizi açtı Bergama’da. Bir kitabı mı çıktı, hiç üşenmez kargoyla gönderir. Ona bir mektup mu yazdım, yanıtını en geç on gün içinde hemen verir.

Şaka maka yıllar içinde onunla öyle mektuplaşmışım ki, hiç üşenmedim diğer dostlarımın mektuplarıyla birlikte onları kitaplaştırdım bile.

Yolum Ankara’ya düştüğünde illâ göreceğim iki üç kişiden biridir o.

Yine bir akşam telefonu… Telefonda biri şarkı söylüyor bana: Unutturamaz seni hiçbir şey, diye…

Eşim seslendi, kim o diye… Yekta Bey dedim. Şaşırdı. Biliyorum ki ben onu ne kadar çok seviyorsam o da beni aynı derecede seviyor. Sevgisini bana o akşam şarkıyla anlatıyordu.

Türkçeyi düzgün konuşan, hızlı konuşan, takılmadan konuşan üç beş kişiden biridir Yekta Bey. Emekliye ayrıldığında Deniz Baykal onu neden partisine davet etmedi diye hep düşünmüşümdür. Yanıtını da bilmez değilim aslında ama şimdi sırası değil…

Hukukçu/inandırıcı ve yürekli kimliğiyle siyaset dünyamızda bir yıldız olacakken görmezden gelindi maalesef.

fahir ışıksız

Kitap mı gönderdim kendisine? Eline geçer geçmez okur ve değerlendirir, Sözcü’deki köşesinde de konu eder. Böyle de vefalıdır.

Dün aradım, “Araç bekliyorum, bugün üniversitede konuşmam var.’’  demişti.

Sözün sohbetin hiç tükenmesin sevgili abim!